Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

Anıtkabir

Anıtkabir’in, bireysel ziyaret merkezi olmaktan çıkıp siyasal bir merkeze dönüşmesinin başlangıcı Cumhuriyet mitingleri zamanıdır. Atatürk imajının gücüne ve resmi ideolojinin yegane sembolü olmasına rağmen, ziyaretlerin görünürlüğü yıllardır dikkat çekecek boyutta değildi. Sadece Anıtkabir ziyaretleri değil resmi bayramlar da son zamanlarda içerdiği anlamı taşımıyordu. Çoğu kez, öğrencilerin mecburi katılımı dışında varlığı hissedilmeyen kutlamalar yapılıyordu.

Kuva-yı Milliye, Mustafa Kemal, Atatürk sembollerinin 1938’den sonra ilk kez böylesine güçlü şekilde avdet etmesi yakın zamanların ve içinden geçtiğimiz değişimin tabii bir sonucudur. Şaşırtıcı olmadığı gibi, yanlış da değildir.

AK Partili yılların siyasal sistem üzerinde kurduğu üstünlük, buna karşılık klasik Cumhuriyet ideolojisini temsil eden CHP’nin giderek gerilemesi ve dar bir alana hapsolması temsil ettiği kitleleri de sembollere yöneltti.  

Laik elitler Erdoğan’ı anladı ama...

Anıtkabir’in siyasal hayatımıza girdiği 2006-2007 yılları; yani AK Parti’nin ilk iktidar dönemini kapatıp ikincisine hazırlanmak üzere olduğu sıralar; özellikle Cumhurbaşkanı’nın tayin etme aşamasıdır. Sonrasını biliyoruz. Müthiş ziyaret rakamları ardından müthiş seçim yenilgileri getirmekten başka bir sonuç doğurmadı.

O ziyarette sergilenen Kemalist sembolizm, bugün Atatürk’ün siyasal tarzını, topluma dair fikirlerini ya da 1920’li 30’yılların jakoben modernleşmesinden çok özellikle Tayyip Erdoğan siyasetine karşıtlığı temsil ediyor.

Ne var ki, bugünün Türkiyesi Anıtkabir’e yapılan değil yapılmayan ziyaretlerin istatistiği üzerinden şekilleniyor.

Kemalist-laik elit ve nüfuz alanındaki kitleler, 80-90 yıl sonra ilk kez, tek parti ideolojisinin karşısında ne yaptığını bilen ve o ideolojiyi aşma mahareti gösteren bir liderle karşı karşıya olduklarını anladı. Menderes, Demirel, Özal, Erbakan savuşturuldu ama Erdoğan’ı püskürtmek mümkün olmadı.

Menderes’ten beri muhafazakar liderler bazen darbe ile bazen de benzeri girişimlerle devrildiler ya da etkisiz hale getirildiler. Ancak, hepsinden fazla darbe girişimine muhatap olmasına rağmen Erdoğan’a karşı bu yöntemler işlemedi.

Erdoğan ilerlerken öte yanda CHP, tarihsel olarak kaçınılmaz olan değişime direnip, o değişimin bir parçası olmak adına yeni bir proje ortaya koyamayarak kitlesi üzerindeki siyasal denetimini de kaybetti.

Bugün Anıtkabir’e koşan ve Atatürk’ün mozolesine içlerini döken insanlar sadece AK Parti’ye reaksiyonlarını yansıtmıyor, en az bu kadar güçlü bir duyguyla CHP’den umutsuzluklarını da ifade ediyor.

Ama, 75 yıl önce vefat etmiş bir liderin manevi huzurunda aranan umut; kurduğu parti ayakta olmasına rağmen trajik bir şekilde o liderin ürettiği siyasal ve toplumsal sistemi de bir nostaljiye mahkum ediyor. Büyük bir özlem, dayanılmaz bir hasret ve hepsinden önemlisi artık siyasal temsilde aradığı tatmini bulamayan bir umutsuzluk...

Birileri artık gerçeği söylemeli

Gerçek şu ki, Atatürk de Atatürkçülük de bir siyasal projeyi ifade etmiyor. Yani, ne bireysel kimliğinizi ne de siyasal projenizi sadece Atatürkçülük olarak tanımlayabilirsiniz.

10 Kasım ziyaretçilerine bunun nazikçe anlatılması lazımdır.

Kendilerini mutsuz hissetmemeleri için değişim gerçeğiyle tanışmaları, bu ülkede kendilerinden farklı insanların bulunduğunu ve onların da bütün imkanlara eşit erişim hakkı olduğunu birilerinin ifade etmesi gerekiyor.

Evet, Tayyip Erdoğan’ın da bunu yapması gerekir ama en başta CHP’nin...

En başta, bunun bir yenilgi olmadığına kendisini ve tabanını ikna etmelidir.

Yaşanan sürecin ertelenemez bir değişim olduğunu; bu ülkenin eski anlayışla yürüyemeyeceğini; yürürse zenginleşemeyeceğini, güvende yaşayamayacağını, tek parti yıllarından kalma imtiyazların birbirinden farklı kültürlerin birlikteliği için bir tehdit olduğunu tabanına tane tane anlatmalıdır.