Ankara Ankara güzel Ankara

Lozan Antlaşması’nın ardından, Ankara’nın başkent olması cumhuriyetin gündemine oturdu. Aslına bakarsanız, İstanbul’un dışında bir başka yerin başkent olmasını ilk kez ortaya atan, Osmanlı ordusuna 15 yıl hizmet eden Goltz Paşa’ydı. Bulgar ordusunun 1912’de Çatalca’ya dayandığı günlerde, Avusturyalı bir gazeteye İstanbul’da insanların rehavete kapıldığını, hiçbir konuya tam anlamıyla odaklanamadığını yazarak yeni başkentin Konya, Kayseri, Halep ya da Şam olmasını önermişti.

Bu konu günlerce tartışıldı; destekleyen de vardı karşı çıkan da. İfham Gazetesi’nde Kütahya Milletvekili Ahmed Ferit Bey’se Konstantiniye’den Osmaniye’ye” yazısında “üç taraftan tehlikelere açık bir payitaht” kurulamayacağını anlattıktan sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun önünde sonunda küçülmesinin kaçınılmaz olduğunu belirtmişti. Bu yazıya göre yakın bir gelecekte imparatorluktan geriye kala kala köşelerini İstanbul, Rodos, Kerkük ve Hopa’nın oluşturduğu bir dikdörtgen kalacak ve başkent de bu dikdörtgenin içinde bir yerde olacaktı. Tartışmalarda Ankara’nın adı geçmiyordu bile. Ancak Ali Fuad Paşa komutasında 20. kolordunun merkezinin Ankara olması bu kasabayı milli mücadelenin başkenti yapıverdi.

Mustafa Kemal ve Sivas’ta seçilen Heyet-i Temsiliye üyeleri, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldiler. Ankara 1920’lerde 20 bin nüfuslu bir yıkıntı yeriydi. Ankara’yı ilk gören kimi yabancı yazarlar “Dünyanın en iç kapatıcı, en sevimsiz kasabası” demişlerdi.

Daracık, eğri büğrü sokakları, sürgün yemiş nice insanın terk ettiği mahalle kalıntıları, sıkı bir rüzgarda yere ha kapaklandı ha kapaklanacak susuz, elektriksiz evleri, sıtma üreten bataklıkları, toz kaplı meydanları her yeni gelenin dilindeydi ve kabusuydu.

***

Falih Rıfkı Çankaya kitabında, içki yasağının yürürlükte olması nedeniyle, meclisin yakınındaki dükkanlarda, şifreli adı Dilaver Suyu olan içkilerini içtiklerini, doğru dürüst yemek yiyebilmek için nasıl Mustafa Kemal’in sofrasına davet beklediklerini anlatır: “Gündüzleri meclisten başka gidecek yer yoktu. Dairelerde salt İstanbul’da geçinemediklerinden Ankara’ya gelen, her daim suratları asık, çalışmayı da sevmez memurlar otururdu aylak aylak. Tek avuntu, ara sıra İstanbul’a kaçmaktı. Tren Kocaeli’ne varıp da körfezin sularını gördük mü ölmüşken dirilmişe dönerdik...”

Herkes aslında İstanbul’a kaçmak özlemiyle yanıp tutuşurdu da, eski düzene bağlılık olacağı düşüncesiyle kimse bunu dile getirmezdi.

Mustafa Kemal Kasım 1921’de Fransız “Le Temps” gazetesine verdiği bir demeçte “Türk milletinden doğma hükümet Ankara’da çalışacak” açıklamasını yaptı. Kazım Karabekir ve Rauf Bey karara karşı çıktılarsa da İsmet Bey ve 14 arkadaşı “Ankara’nın devlet yönetim merkezi” olması yolunda bir önerge verdi meclise. Önerge 13 Ekim 1923’te kabul edildi; tek hayır oyu veren Gümüşhane Milletvekili Zeki Bey’di! Bu karar 1921 Anayasasına bir madde olarak da eklendi. İstanbul’a kavuşmak tutkusuyla yanıp tutuşan Falih Rıfkı, bu kahır kasabası dediği yer için “Yeşil Ankara” başlıklı bir yazı yazdı ve o saat dalkavukluk katına oturtuldu! Yıllar sonra bu yazısını şöyle savunacaktı: “Ben Birinci Dünya Savaşı’nda, çölün orta yerinde bir yeşillik yaratıldığını, İsrail’in birkaç binalı iki üç bahçeli bir kasabayı 60 bin nüfuslu bir kente dönüştürdüğünü gördüm!”

O yıllarda Ankara’ya gelen İngiliz gazeteci Grace Allison, bu bozkır kasabasında gördüğü “büyük doğuşu” anlatacak bu havanın İstanbul’da olmadığını yazacaktı. “İstanbul’da insan geçici olarak kalabilir. Ama Türkler Asyalı bir başkent istiyor. Ülkelerini olası saldırılardan uzak bir yerden yönetmek niyetindeler. Ankara’da kalmakla, kendilerini Batı’nın her türlü dolap çevirmeyi hünerden sayan siyasi oyunlarından uzak tutacakları kanısındalar” derken Kemalistlerin ruhsal durumuna ayna tutuyordu sanki.

Cumhuriyet, ülkenin her köşesini boşlayıp elinde avucunda olanı Ankara’ya yatırdı; dünyayı sarsan 1929 ekonomik bunalımı sırasında tüm Türkiye frene basmışken Ankara’da kişi başına yapılan belediye harcamaları Türkiye ortalamasının 23 katına çıktı. Çağdaş ve batılı bir başkent yaratma tutkusu her şeyin ötesindeydi ve Ankara ulus-devletin simgesi oluvermişti.