Anlamak için referanduma doðru (3): Sýkýntý!

Antik Atina’da Socrates, öðrencilerine bazen bir aðacýn gölgesinde, bazen bir duvarýn dibinde, bazen de bir gölgelikde matematik, felsefe ve mantýk dersleri verirmiþ. Birgün henüz derse baþlamadan önce bir öðrencisi el kadýrmýþ ve ''Hocam '' demiþ, '' Bugün derse baþlamadan önce size bir soru sormak istiyorum, daha doðrusu anlatacaðým bir konu hakkýnda sizin fikrinizi almak istiyorum..'' Socrates öðrencisinin arzusuna uymuþ ve baþýyla soru sormasýný onaylamýþ.

''Hocam'' demiþ öðrenci'' Benim çok sevdiðim bir arkadaþým vardý; caný çok sýkýlýyordu. Ne yaparsa yapsýn bir türlü can sýkýntýsýný gideremiyor, bu illetten kurtulamýyordu. Birgün sýrf can sýkýntýsýna çare olsun diye, Atina limanýndan bir gemiye bindi; bütün Akdeniz’i üç ay boyunca gezdi ve geri döndü. Ama can sýkýntýsý hala geçmiþ deðildi. Sizce bunun nedeni ne olabilir?''

Socrates bir an durduktan sonra : ''Senin arkadaþýn kendini de beraberinde götürdü de ondan'' demiþ.

Birikmiþ olan sorunlarýmýzý çözmeden nereye gidersek gidelim o sorunlarý da beraberimizde aðýr bir yük gibi taþýrýz. Tarih de insanlar gibidir. Vakti zamanýnda çözülmeyen her sorun bir miras olarak kendini geleceðe taþýr. Üstelik týpký insanýn hikayesinde olduðu gibi çözülmeyen her sorun, giderek aðýrlaþýr ve aðýr bir yumak haline gelen her sorun þüphesiz, herkes için can sýkýcý hale gelir.

Doðal afetler hariç, aslýnda tarih yapýcýlarý bizzat insanlarýn kendisidir. Ýnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar. Bu bakýmdan tarihin hem öznesi hem de nesnesi insanoðlunun kendisidir. Tarih içinde birbirini kuþatan ve koþullayan insanlar esasen o tarihsel akýþýn birinci derecede sorumlusudurlar.

Hepimiz tarihten devir aldýðýmýz, bir tür tarihin mirasý olan sorunlarýn hepsinden sorumluyuz. Dolayýsýyla tarih söz konusu olduðunda hiçkimse kolayca sorumluluklardan sýyrýlýp, herþeyi ötekinin suçu ve günahý olarak ilan edemez. Bu durum en hafif deyimle ciddiyetle, tarihsel misyonla baðdaþmaz.

Tarih içinde herþey deðiþir. Herþey sonsuz biçimlere bürünür. Burada önemli olan, bütün biçimlerin gerçek ihtiyaçlara cevap olup olmadýðýdýr. Eðer bir biçim gerçek bir ihtiyaçtan doðuyorsa o ihtiyaç mutlak suretle kendine uygun en doðru biçimi bulur ve onunla uzlaþýr.

Devletlerin tarihine daha yakýndan baktýðýmýzda, devlet biçimlerinin toplumun ihtiyaçlarýna göre son derece zengin çeþitlilik gösterdiklerini görürüz, sonsuz biçimler aldýklarýna tanýk oluruz. Feodalitenin derebeyliklerinden monarþiye, oradan parlamenter cumhuriyetlere ve demokratik cumhuriyetlerden baþkanlýk sistemlerine. Bu silsile keyfi bir silsile deðildir. Bu durumu her seferinde toplumun ihtiyaçlarý koþullamýþtýr. Kimi dönemlerde þekillenen keyfi yönetimler bile, geçiçi olmalarýna raðmen yine ayný ihtiyaçlar tarafýndan koþullanmýþlardýr.

1923 yýlýnda kurulan cumhuriyet, kurulduðu günde, kurulduðu koþullarda ve kuruluþ biçimine baðlý olarak, o gün kimi sosyolojik ve politik gerçekleri dýþarda býraktýðý için, tarih içinde mutlaka birgün deðiþime uðrayacaktý. Cumhuriyetin idari ve siyasi yapýlarý toplumun gerçek temsil ve ihtiyaçlarý üstüne bina edilmediði için, eninde sonunda deðiþime uðrayacak ve yeni biçimler kazanacaktýr.

Konumuzun baðlamýnda meseleye yaklaþýrsak, sormamýz gereken en esaslý soru þudur? 1923 yýlýnda kurulan bu siyasal sistemin, bazý bakýmlardan, özellikle de idari ve siyasi bakýmdan kimi reformlara tabi tutulmasýna ihtiyaç var mýdýr yoksa  yok mudur? Benim bu soruya verdiðim yanýt þudur; evet, ihtiyaç vardýr ve bugün yapýlan þey de bu ihtiyacýn giderilmesinden baþka birþey deðildir. Pazartesi günü bu ihtiyacýn neden gerekli ve kaçýnýlmaz olduðunu anlatmaya devam edeceðim.