Anne sütüne su katmak!

Siyasetin hay huyu içinde korkarım gözden düşecek “süt bankası projesi”. Din adamları ve STK’lardan gelen tepkilere rağmen Sağlık Bakanlığı, uygulamaya koymak için hazırlık yaptığı ‘süt bankası projesi’nden geri adım atmadı. Bakan Müezzinoğlu, ilahiyatçıların endişelerini ortadan kaldırmak adına “kayıtta en ufak bir hata olmamasını” temin edecek bir sistem kuracaklarını ifade etti. “Süt kardeşlerin” cinsiyetini eşitlemek suretiyle itirazların önünün alınabileceği ve böylece endişelerin de ortadan kaldırılabileceğine dair bir kanaat ağırlık kazanmış gibi. Nitekim kayıtta azami dikkat gösterilmesi durumunda zararlı değil faydalı olacağına dair fetva da alınmış, öyle gözüküyor.

Peki, süt bankasına neden ihtiyaç duyuldu?

Bakanlığın açıklamasında “çocuk ölümlerini önlemek için” deniliyor. “Anne sütü yoksunluğu” şeklinde bir ölüm sebebi bilmiyorum ben. Ancak Bakanlık verilerine göre yılda 6 bin prematüre bebek dünyaya geliyor ve bunların 150 tanesi anne sütünden mahrum kaldığı için ölüyor. Bir de hayata annesiz başlayan yetimhane bebekleri var ki, belki bu projede en çok onlar düşünülmeliydi, fakat şimdiye kadar onlardan bahseden olmadı.

Bebeğin rızkıyla birlikte dünyaya gelmesi gibi bir mucizeden söz ediyoruz, anne sütü derken. Muhtevasının bağışıklık sistemini güçlendirmesi, yerini doldurabilecek değerde hiçbir besinin olmaması gibi hususiyetleri bir yana, anne sütü yeni doğan bebek için bir “hayat suyu”dur. Hz. İsmail’i çölün ortasında yaşatan rızkıdır yani.

Test edilmiş kardeşlik!

Her ne kadar “bebek ölümleri” gibi akan suları durduracak bir neden öne sürülse de “süt bankası” daha çok çalışan anneleri ilgilendiren bir konu olarak tartışılıyor. İşe dönüşle birlikte çocuklarını anne sütünden mahrum etmek istemeyen kadınlar için bir çare olabilir mi, deniliyor.

Neden olmasın? Nitekim iş yeri tarla olan kadın da bunu yapagelmiştir. Karadeniz’de süt anneliği son derece yaygın bir kurumdur. Üstelik süt anneliği, sadece beslenme ihtiyacının karşılanmasıyla sonuçlanmaz, bir kardeşlik bağı oluşturur ki bu bağ zaman zaman kan bağından bile güçlü hissedilir.

Ancak, annesiz çocuklar ya da prematüre doğumlarda kullanımını tartışma dışı tutmakla birlikte, süt bankası aracılığıyla oluşacak ilişkinin “süt kardeşliği” ve “süt anneliği” kavramlarıyla tanımlanamayacağını, bunun anonim bir ilişki olacağını belirtmek gerekir. Testlerden geçirilmek suretiyle en hijyenik laboratuvarlarda kayıt altına alınan bu ilişki gerçekte anonim bir ilişkidir. Son tahlilde insan eseri bir sistemden bahsettiğimiz müddetçe telafisi imkansız riskleri de göze almayı gerektirir.

Hedef üç çocuk mu?

Bunun yanı sıra uygulanabilirliğiyle ilgili de çok daha temel sıkıntılar söz konusu. Bir kere anne sütü dediğimiz şey bir çocuktan artıp başka çocuğa kalacak kadar bol değil artık. Buna ahir zaman kısırlığı, kadınların fıtratlarından uzaklaşmalarının doğurduğu bir sonuç olarak bakanlar da olacaktır, ama gerçek bu. Bir yaşına gelene kadar çocuğunu emzirebilen kadın kendini şanslı sayıyor.

Ayrıca anne sütü annenin beslenmesiyle doğrudan ilişkili bir ürün. Hamile kadınların aldığı gıdanın bile çocuğun zekasını belirlediğine dair deterministik bir bilimsellikle çocukların üzerine titrendiği bir dönemde yaşıyoruz. Süt veren annenin yeterli ve kaliteli beslenmesi nasıl temin edilecek?

Ayrıca anne ile çocuk arasındaki bağın en güçlü ifadesidir süt emzirme hadisesi. Anne sütü çocuğun ruhu için de bir gıdadır.

Varsa bu projenin çalışan annelerle ilgili bir tarafı, bence çözüm doğum ve süt iznini artırmak, işverene de çalışana da bu konuda kolaylıklar sağlamak olmalı. Şayet bu proje “3 çocuk”a bağlanacaksa anne sütüne su katmaktan öteye gitmeyecektir.