Mýsýr’ýn darbecileri, barýþçýl göstericilere ateþ açarak korkunç bir katliam daha gerçekleþtirdi. Yüzden fazla Müslüman Kardeþler mensubunu veya taraftarýný, baþlarýna ve göðüslerine ateþ açarak katlettiler.
Lanet olsun bu vahþete ve onun destekçilerine... Ve Allah rahmet eylesin Kahire sokaklarýnda can veren onca masuma...
Önce bunu söylemek lazým. Sonra da, Batýlý devletlerin çoðunu, gösterdikleri ikiyüzlülük için kýnamak lazým. Mâlum, Türkiye’de “barýþçýl göstericilere biber gazý sýkýlmasý” üzerine çok kýzmýþ, sert eleþtiriler getirmiþlerdi. (Bence tümüyle haksýz da deðillerdi.) Ama, Mýsýr’da “barýþçýl göstericilerin katliama uðratýlmasý” üzerine kem-küm ediyorlar þimdi.
“Ýki tarafý da sükunete çaðýrýyoruz” diyorlar mesela, sanki ortada iki eþit taraf varmýþ gibi...
Batý’nýn bildik çifte standardýdýr bu. Ardýnda, bir taraftan ekonomik/politik çýkarlar, bir taraftan da Oryantalist ve hatta Ýslamofobik endiþeler yatar. Sonuç, bizim coðrafyadaki seküler güçleri “Ýslamcý” güçlere karþý her daim kayýran bir reflekstir.
Elbette, benim de hep vurguladýðým gibi, “tek bir Batý yok”tur; geniþ bir yelpaze vardýr aslýnda. Ama bu yelpazenin ortalamasý, sözünü ettiðim çifte standardý üretecek kadar ayarsýzdýr.
Sandýk ve darbe
Söz konusu gerçeði akýlda tutarak görmemiz gereken bir realite var bugün Ortadoðu’da: “Anti-Ýslamcý dalga.”
Sadece Mýsýr’da deðil, Tunus’ta ve kýsmen Libya’da da esiyor. Yani, “Arap Baharý”nýn üç baþarýlý duraðýnda.
Her üç ülkede de, diktatörlerin devrilmesiyle ortaya çýkan “sandýk”, Ýslamcý partilere yaramýþ durumda. Ama demokrasi sayesinde güçlenen Ýslamcýlarýn bunu “araçsallaþtýrýp” otoriter bir rejim kurmak istediðini söyleyerek sokaða dökülen “laik” muhalifler var.
Bu dalga, Mýsýr’da askeri darbe doðurdu. Tunus’ta, Ýslamcý parti EnNahda’yý (ki bence en ideal çizgidedir), bizdeki “Danýþtay cinayeti”ni çok andýran bir kývýlcýmla hedef tahtasýna oturttu. Libya’da da benzer bir suikast yaþandý ve buna öfkelenen “laik” kitleler, Müslüman Kardeþler’in “Adalet ve Ýnþa Partisi”nin binasýna saldýrdý.
Tüm bunlara bakýp, “ayný senaryonun sahnelendiðini” söylemek mümkün. Ancak ben bu senaryonun, gizli mahfillerde önceden yazýldýðýný deðil, benzer sosyal yapýlar ve siyasi dinamiklerden türediði kanýsýndayým: Tüm bu ülkelerde, ayrýcalýklarýný korumak isteyen “eski rejim” kalýntýlarý var. Dahasý, Ýslamcýlarýn temsil ettiði sosyal sýnýflara tepeden bakan “laik elitler” var. Bu iki unsur, güç kaybetmek, ayrýcalýk yitirmek istemiyor. Türkiye’de de olduðu gibi.
Ýþte bu yerel dinamikler Ýslamcýlara karþý harekete geçince, Oryantalist Batý’yý hazýr müttefik olarak buluyorlar. Ýslamcýlarýn arasýndaki radikal unsurlar ve otoriter zihniyetler ise, aranan bahaneyi fazlasýyla veriyor karþýtlarýna.
Peki ama nasýl kýrýlacak bu kýsýr döngü?
Türkiye tecrübesi
Cevap, Türkiye tecrübesinde yatýyor aslýnda. Bilhassa, 28 Þubat maðduru Ýslamcýlarýn, “gömlek çýkarýp”, daha demokrat ve özgürlükçü bir hareket olan AK Parti’yi kurmalarýnda.
Dikkat ederseniz, AK Parti de, ayrýcalýklarýný korumak isteyen eski elitlerin saldýrýlarýna maruz kaldý geçen on yýl boyunca. Ama “hak ve özgürlükler” bayraðýný taþýdýðý için bu saldýrýlarý atlatabildi. “Ýslamcýlar ancak otoriter demokrasi kurar” ezberini bozduðu için, Batý’daki “Ýslamcý” alerjisini bile kýsmen tedavi etti.
O yüzden de AK Parti’nin “hak ve özgürlükler” bayraðýný taþýmayý sürdürmesi, tökezlediðinde bile hemen toparlanýp yola devam etmesi, elzemdir. Sadece Türkiye için deðil, tüm Müslüman dünya için...