Sýrf kullandýklarý alfabe yüzünden Anadolu’dan sürülen ‘Karamanlýlar’ý yazmýþtým hafta baþýnda.
Yazý dilinin toplumlarýn kültürlerini, bütün birikimlerini taþýma aracý olarak ‘en ziyade yaþatýlmaya mazhar’ olduðunu vurgulamaya çalýþtým.
Esasen bin küsur yýllýk geçmiþimiz bize daha fazla örnek sunuyor.
Osmanlý Anadolusu’nda sadece Rum Selçukileri Türkçe’yi Roma alfabesiyle yazmýyor, Ermeniler de Türkçe’yi Ermeni alfabesiyle yazýyordu.
Yunanistan’da Türkçe bilmeyen Yanyalý Müslümanlar, Yunanca’yý Arap alfabesiyle yazýya döküyordu.
Uzaktan örnek arayanlar, Arap ülkelerindeki Yahudiler’in Arapça’yý Ýbrani alfabesiyle yazdýðýný görebilirler.
Ya da bugün, Gagavuzlar veya Bulgaristan Türkleri Türkçe’yi Kril alfabesiyle yazabiliyorlar...
Sanýldýðý gibi dil ve alfabe tartýþmalarý bir Cumhuriyet tartýþmasý deðil.
Osmanlý’da alfabe ve dil tartýþmalarý Tanzimat’la baþlar. Tartýþanlar tanýdýk gelecek: Namýk Kemal, Þinasi, Münif Paþa...
Münif Paþa’nýn baþkanlýðýný yaptýðý Cemiyet-i Ýlmiye-i Osmaniye’de baþlayan tartýþmalar, Ýkinci Abdülhamit döneminde ‘Latin alfabesine geçelim’ önerisine kadar büyüdü, üstelik Padiþah’a da sunuldu. Ancak Abdülhamit’ten döndü...
Bu tartýþmalarýn Cumhuriyet döneminde Latin alfabesine geçiþle arasýndaki fark, amacýn ‘dili ýslah etmek’ olmasý...
Cumhuriyetin dil ve alfabe tartýþmasý ise tamamen ideolojikti...
Zira yeni bir ülke ile birlikte yeni bir millet yaratýlacak, yeni bir kültür inþa edilecekti!
Bunun için de milletin Osmanlý-Ýslam geçmiþiyle baðýnýn koparýlmasý gerekiyordu...
Salý yazýsýnda deðinmiþtim;
Arap alfabesinin zorluðu yüzünden millet cahil kalýyor;
Geliþmeye engel oluyor;
Türkçe’ye uygun deðil gibi bugün gülünç gelen gerekçeler anlatýldý bize neredeyse yüz yýldýr.
Oysa bu gerekçeler o gün de gülünçtü ve bunu o günlerde, 1927’de bir Osmanlý Yahudisi olan Avram Galanti yazmýþtý: “Arabî harfler terakkimize mâni deðildir!”
Buna raðmen ‘yeni bir ulus, yeni bir kültür’ hedefli devrim geçmiþle baðý kopardý.
Ancak bunu yaparken düþülen durumlarý yazýk ki çok
bilmiyoruz.
Latin alfabesiyle birlikte ‘Yeni Türkçe’ yaratma süreci zor ilerliyordu. ‘Özkaynaklara’ baþvuruldu. Anadolu Türkçesi’ne en yakýn Çaðatayca, Çuvaþça gibi diller bu dönemde kurtarýcý olarak görüldü.
Ama trajikomik durumu kurtaramayacaktý.
Atatürk, 1934’te Ýsveç Veliahtý onuruna verdiði yemekte Çaðatayca’yý esas alarak hazýrlattý konuþmasýný. Okumaya çalýþalým:
“Avrupa’nýn iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarýmýz, ataç özlüklerinin tüm ýssýlarý olarak baysak, önürme, uygunluk kýldacýlarý olmuþ bulunuyorlar; onlar bu gün, en güzel utkuyu kazanmaya anýklanýyorlar: Baysal utkusu.” (Zeynep Korkmaz, Atatürk ve Türk Dili Belgeler, sayfa 406)
Bu konuþma için iki tercüman görev yaptý, önce Türkçe’ye çevrildi, ardýndan Ýsveç diline!
Bu cümlenin yanýna Nutuk’tan herhangi bir paragrafý da okuyun, kararý siz verin...
Facianýn farkýna varmak uzun sürmedi, yukarýdaki ucubeden vazgeçildi.
Ama arayýþlar Ankara’yý Avusturyalý Dr. Hermann Kvergiç’le buluþturdu. Kvergiç’in Avrupa’da yayýnlatamadýðý bir makale Ankara’nýn kurtuluþ ilacýydý: Bütün dillerin anasý Türkçe’dir.
Biz bu formülü Güneþ Dil Teorisi diye biliyoruz...
Formülün akýbetini de...
Bu süreçleri sadece biz yaþamadýk. Almanya, Ýsveç, Macaristan ve Finlandiya da yaþadý örneðin...
Ancak hiçbiri bizimki kadar ‘baþarýlý’ olamadý!
Osmanlý Türkçesi’nin en azýndan gelecek nesiller için ‘anlaþýlabilir’ olmasý için atýlan ‘seçmeli ders’ adýmý, beraberinde Arapça ve Farsça bilgisini de ihtiyaç olarak getirecek.
Zamanýnda Nurullah Ataç’ýn “Yunanca ve Latince de okutmalýyýz” derken haklý olduðu nokta vardý. Zira Selçuklu ve Osmanlý’nýn mirasý sadece ‘yönettiði alanlar’ deðil, etkilediði ve etkilendiði alanlarý da kapsýyor.
Türk-Yunan dostluðu’ndan dem vuranlarýn, iki ülkedeki insanlarýn birbirlerinin dilini anlamalarý yönünde herhangi bir þey önerdiklerini ben hatýrlamýyorum...
‘Arap alfabesiyle Türkçe’nin Türkçe’yi etkileyen dilleri de kapsayacak þekilde geniþlemenin ilk adým olmasýný umuyorum...