Arabayı atın önüne koşmayalım

Dünkü gazetelerin çoğunun manşetine sevinç ve mutluluk aktarılmıştı. Çok azı hüzünlü, bir kaç tanesi de duyarsızdı. PKK liderliğinin Kandil’de yaptığı çekilme açıklaması genellikle olumlanarak görülmüştü. Hüzünlü olanların bazılarının belli ki samimi endişeleri vardı. Kimisi de bariz bir şekilde sorun çözülmesi halinde başlarına gelebileceklerden çekiniyordu. Aynı duygular köşe yazılarına da yansımıştı.

Doğrusunu isterseniz samimiyetsizlere söylenecek bir şey yok. Zaten ne dersek diyelim sorunu araçsallaştırmak isteyenler nasılsa bir bahane bulacaklardır. Ama onları anlamak kolay. Çünkü öne sürdükleri gerekçeler endişelerinin gerçek nedeni değil. Onlar aslında şiddetin ortadan kalkmasından, AK Parti’nin belki bir 10 yıl daha iktidarda kalmasından çekiniyorlar.

***

Benim ve sanıyorum benim gibi düşünenlerin anlayamadığı, bu sürecin geleceğinden samimi olarak endişe edenler ve her söylenene şüpheyle yaklaşanlar. Bizler, Murat Karayılan’ın açıklamalarına baktıklarında 8 Mayıs tarihini değil çözüm sürecinin üçüncü aşamasına odaklananları, ikinci aşamanın silah tehdidi altında geçeceğini söyleyenleri anlamakta zorlanıyoruz.

Nasıl oluyor da bütün Türkiye’nin, ondan da önemlisi Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerdeki barış sevincini görmezden geliyorlar? Nasıl oluyor da 21 Mart’ta Abdullah Öcalan adına yapılan açıklamayı aradan bu kadar kısa süre geçmiş olmasına karşın kolayca unutabiliyorlar?

Neden bu tür çatışma çözüm süreçlerinin mantığını görmezden geliyorlar? PKK’nın silahlara Türkiye değişmeden, Kürtler eşit hakka kavuşmadan veda edebileceğini mi zannediyorlar? Dünyanın neresinde böyle bir çatışma çözümü tekniği uygulanmış? Nerede şiddeti siyasetinin aracı olarak gören bir örgüt hiç bir siyasi talebi karşılanmadan silahlarını bırakmış? 

Diyebilirsiniz ki silahlarını şantaj unsuru olarak kullanabilirler. Evet belki deneyebilirler. Belki karşılanması mümkün olmayan maksimalist taleplerle ortaya çıkıp şiddete yeniden başvurabilirler. İyi de onlar siyaset yerine şiddeti seçerse, hem de bunu halk önderlerine rağmen yaparlarsa, sizce başarılı olabilirler mi? Barış diye sokaklara dökülen Kürt halkı onlara destek verir mi?

Hadi diyelim ki bir çılgınlık yaptılar ve yeniden şiddete başvurdular, güvenlik güçleri çaresiz oturup olanları mı seyredecek? Bundan önce ne tedbir alındıysa, neler yapıldıysa aynısı yapılacak. Ama bu kez yapılanların meşruiyeti çok daha fazla olacak. Süreç çökse bile sorumlusu “devlet” olmayacak.

Bana kalırsa farazi korkularla kafamızı doldurup yaşadığımız günlerin önemini ıskalamayalım. 25 Nisan 2013 tarihi bir gündü. Eğer 8 Mayıs’ta başlanacağı söylenen çekilme süreci kazasız-belasız ve tabii ki provokasyonsuz tamamlanırsa, Türkiye sadece Kürt sorununun çözümü yolunda önemli bir adım atmış olmayacak, bütün bölgenin dinamikleri değişecek.  

***

Ancak arabayı atın önüne koşarsak bir yere varamayız. Üstünde mutabakata varılan her aşamanın tamamlanmasını beklememiz, tıkanma noktalarında ise sorunun doğrudan muhatabının devreye girebileceğini, sürece ağırlığını koyacağını dikkate almamız gerekiyor. Unutmayalım ki bu süreç sadece PKK’nın silahsızlanmasını değil Kürt sorununun çözümünü de içeriyor.

Sorunun PKK da dahil tüm aktörlerinin söyleyeceklerini dinlememiz, söylenenleri hep birlikte tartışmamız, çözümleri demokrasi içinde üretmemiz şart. CHP, MHP, hatta AK Parti’nin gönlünden geçtiği kadar özgürlük bu ülkenin Kürtlerine yetmeyebilir. Onlar da taleplerini dillendireceklerdir ve sonunda bir denge noktasında buluşulacaktır.

Türkiye Kürtlerinin eşit haklara sahip vatandaşlar olması, kimi hak ve sorumluluklarını yerinden yönetim ilkesine göre kullanması da bazılarının zannettiği gibi bir felaket değildir. Kaldı ki silahsızlanmanın üçüncü aşamadan önce başlamayacağı veya ikinci aşamaya paralel gerçekleşmeyeceği de söylenemez. Her yeni durum yeni bir sentezi içinde barındırır. Yeter ki gözler ve kulaklar değişime açık olsun...