Arafat, yurt ve yurtsuzluk...

Bugün arafat günü.

Kurban ve infak bayramının arefesi. Ve ‘’ancak nefsini bilen bilir Allah’ı’’ irfanını idrak edişin yıldönümü... Bugün bembeyaz ihramlarıyla Arafat Dağının eteklerini dolduracak binlerce mü’min, Rablerine dönecekler... Arafat, vakfedir. Duruş, sebat ederek istikamet üzere duruşun merasimidir bugün... Upuzun bir bakışımın adeta ezeli ebede bağlayan bereketini taşıyacaklar omuzlarında. Birbirlerine sağlam bir iple bağlanmış olarak Ümmet bilinci ve Tevhid delili olarak boy gösterecekler inşallah... Bugün Arafat’ta bizim gibi gurbette kalanlar için de vekillik edecekler,ümidimiz Vakfedekilerin Aminlerine karışabilmek... Af ve Mağfiret. Hamd ve binlerce şükür. Dua dua dua... Bugün dualar günü, Aminler günü... Bugün hatırlayışın fark edişin günü...

Hz.Adem ile Hz.Havva’nın nice maceralı meşakkatten sonra birbirlerini buldukları mahaldir Arafat. Cennetten indirildikten sonra, yeni yurt edinecekleri dünyada, ilkin birbirlerine vatan olmuş anne/babamızın ‘’insan’’ olmak kaderini, yükünü de düşünmenin günü Arafat... Her yeni yurtsuzluk yeni bir yurdun başlangıcı gibi, kapanan her kapı, yeni açılacak bir kapıya işaret. Arafat, kapıların ortasında arada kalış da demek bir bakıma, askıda asılı kalmak ve düşünmek; ‘’ben kimim ve neredeyim’’ üzerine...  

***

Sevgili arkadaşım Ressam Hülya Yazıcı küratörlüğünde düzenlenen Uluslararası İstanbul Trienali’nin bu seferki ekseni ‘’Yurtsuzlaşma’’. Mülteci Krizi ile birlikte dünyaya saçılan Suriyeliler yeryüzündeki evsizliği, parçalanmışlığı, aidiyet kırılmasını, sınırların yırtılışını ve yıkım gerçeğini vurdu insanlığın yüzüne. Almanya’da kaybolan 9000 mülteci çocuk veya kadın kameraman tarafından tekmelenen yersiz yurtsuz baba ile kucağında taşıdığı çocuğu, ya da kıyılarımıza üzgün bir deniz yıldızı gibi vuran Aylan bebeğin cansız bedeni... Yurtları varken yok olan, yurtları kendilerine dar edilmiş ve yurtlarından koparılmış Suriyelileri taşıyor Taksim’in kalbine Hülya Yazıcı...  3/25 Eylül arasında Taksim Maksem’de gösterimde olacak trienale sanatın politik anlamda meydan okuması olarak da bakabiliriz. Bazı Suriyeli sanatçılar vize ve iç savaş problemi yüzünde iştirak edememişler. Yurt içinden ve dışından iki yüz sanatçının katılımı ile gerçekleşen büyük bir dayanışma... 15 Temmuzda yaşadığımız darbe ve işgal girişimi de bir tür yurtsuzluk provası olduğu için terienaldeki yerini almış. ‘’Bir Çiçek, Bir Tankı Eziyordu’’ sloganıyla şair dostumuz Cem Mehmet Eren ve Fırat Erez çarpıcı bir iş çıkarmışlar...

Sanat, modernizmin bizlere dayattığı ‘’evsizlik’’, ‘’yurtsuzluk’’ ve ‘’yalnızlık’’ sorunlarını yatıştırmakta imkan sağlıyabilir mi... Hülya Yazıcının temsilcisi olduğu modern sanatlar bağlamından bunu cevaplayabilmek, belki ‘’imkan’’ üzerinden değil ama ‘’isyan’’ üzerinden mümkündür... Modernizmin sert perspektife dair dayattığı buyruklar ve güçlünün zayıfı yok etmesine dayalı ırkçı algoritma , insanlığın mahkum olduğu yıkıcı tecrübler olarak donattı tarihi... Nitekim Yazıcı; ‘’yıkıcı değil yapıcı ve onarıcı’’ olmaktan söz ediyor... Ben buradaki onarıcılık vurgusunu önemsiyorum. Yapmak ve kurmak gibi daha iddialı tekliflere göre daha insani, daha halden anlayan ve dünyaya atılmışlığa dair teselliumudu barındıran bir kelime olduğu için...

***

Yurtsuzluk bana buzullar gibi geliyor. Soğuk ve ruhu üşüten bir hal. Hz.Adem’in dünyaya indikten sonra ilk hissettiği kaygının, karanlık ve soğuk olduğuna dair menkıbeler vardır. Bize bugün yurt olarak gelen dünya, ilk insanlar için cennet sonrası yurtsuzluğu ifade ediyordu. Ehlileşen atlar, tarlalar, bahçeler hep sonrasında çok sonrasında geldi...

Yurtsuzluğunu nasıl yatıştırdı insanlık...

HzAdem’in dünyaya indikten sonra çok uzun yıllar ağladığı hatta denizlerin bu gözyaşlarıyla dolup taştığı da anlatılır eski şiirlerde... Yurtsuzluk eve dair hasrettir. Hüzündür. Ve Adem’in kopukluğunu nispeten teselli edeceği imkan olarak Kadını’yla karşılaşması... Kadın ve Erkek, birbirlerinin yeni yurdu, yeni onarıcısı, yeni tesellisi hatta yeni unutkanlığı olarak yeryüzünde burada buluştu: ARAFAT...

Son Peygamber Sevgili Efendimiz’in (sav) ismini ‘’Alemlere Rahmet’’ olarak zikreden Yüce Allah, Son Söz’ünde merhameti niçin defalarca tekrar etmiştir...

Vakfe, yani duruş, ilk yurdumuzu hasretle hatırlayarak dönüşümüzün hayrını dilemek, yani kendini Allah’ın istikametine teslim ediş, bir kulluk bildirisi ve mağfiret yakarışından başka nedir ki... Rahman ve Rahimsin, bizi ne olur bağışla Allahım, Eve dönmemize müsaade et...