Araplar ve Türkler…

Önce, “Arap Dünyası”nın “tarihi gerçekleri”ni değerlendirmek gerekiyor. Birinci Dünya Savaşı sonrasında temelleri atılan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında da şekillenen bir “iç çekişmeler tarihinden” söz ediyoruz. Son sözü baştan söyleyelim; Bu çekişmelerin bizimle doğrudan ilgisi yok, ama etkilenmemiz, “travmatik” düzeyde olabiliyor.

Suriye-Irak: Baas

Baas Partisi dediğimiz, Batı Asya’nın (Ortadoğu) yakın geçmişine damgasını vurmuş siyasi hareket, “Suriye doğumludur…” Suriyeli Hıristiyan sosyolog Mişel Eflak, Sünni yoldaşı Selahaddin el-Bitar ve Nusayri kökenli filozof Zeki el-Arsuzi’nin öncülüğünde doğan bu siyasi hareket Arap milliyetçiliği ile sosyalist idealleri birleştiren, özünde anti-emperyalist çizgi taşıyan bir yapıya sahip. Baas Partisi 1960’lı yılların başlarından itibaren Suriye ve Irak’ı kontrol altına alan, ideolojik yapılanması nedeniyle de Soğuk Savaş yıllarında iki ülkeyi Sovyetler Birliği’ne yaklaştıran bir hareket olarak dikkat çekti. Parti, 1966 yılında Suriye-Irak çizgisinde ikiye bölündü, Suriyeli Hafız el-Esed ile Iraklı Saddam Hüseyin, birbirlerini hiç sevmediler. “Arap Birliği” ülküsüyle yola çıkan hareketin Suriye kanadının İran-Irak Savaşı süresince İran’ın yanında yer alması, Arap ulusu açısından gerçek bir trajedidir.

Baas Partisi, Mısır’da hiçbir zaman iktidar olmadı ama, 1952 yılında gerçekleşen darbe sonrasında işbaşına gelen Cemal Abdülnasır “pan-Arabizm” ideolojisinin ruhunu bu hareketten almıştı. “İkinci Nasır” olmaya pek hevesli olarak yine bir darbe sonucu iktidara gelen Libya’nın Kaddafi’si de benzer eğilim içindeydi.

Zengin Körfez ülkeleri…

“Arap Dünyası”nın ikinci kanadını ise, Basra Körfezi çevresinde yerleşik, Suudi Arabistan liderliğindeki emirlikler oluşturuyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan-İngiliz İttifakı ile yakın işbirliği içinde yaşamlarını sürdüren bu emirlikler, Baas’ın “tüm Arapları bir bayrak altında birleştirme” ideolojisinin, “kendi zenginlikleri açısından” tehdit doğurduğuna inandılar. Zaten, yolları, Soğuk Savaş döneminde ayrılmıştı. Petrol emirlikleri, topraklarının güvenliğinin Amerika’ya bağlı olduğunu biliyor, Washington da “Sovyet yanlısı Baas rejimlerinin” petrol alanlarına ulaşmasını engellemekte kararlılık gösteriyordu.

“Baas’çı” Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgalinin perde arkasında, bu tarihsel gerginlik yatar. Artık “Baas’çı” Saddam yok. Baas Partisi Irak’ta “yasaklı…” Muammer Kaddafi, “zengin Araplar’ın etkin müdahalesi sonucunda” yok edildi… Beşar el-Esed de yolcu olmak üzere…

Türkiye etkisi…

Bütün bu anlattıklarımız, Arap Dünyası’nın içindeki mücadeledir ve haliyle Türkiye’yi de etkiler. Baas Hareketi, 1939 yılında Hatay’ın Türkiye’ye ilhakıyla yükselen Arap milliyetçiliğinin sonucudur ve doğal olarak Türkiye’yi hiç sevmedi. Beşar’ın babası Hafız’ın yıllarca Abdullah Öcalan’a ev sahipliği yapması yalnız NATO-Sovyetler gerginliği stratejisine dayandırılabilir mi? Hayır!.. Veya, Saddam’ın dönemin başbakanı Yıldırım Akbulut’u, Bağdat ziyaretinde, “Varşova Paktı dağıldı, yakında NATO da gider, bakalım siz buralarda nasıl kendinizi koruyacaksınız” diyerek açıkça tehdit etmesi tesadüf müdür? Hayır!..

Evet, Türkiye, Irak’tan sonra Suriye’de de “Baas ile sınırdaş olmaktan kurtulmak üzere…” Bu gelişme, tıpkı Irak’ta olduğu gibi bizlere yeni riskler yüklüyor…

Durdurabilir miyiz? Hayır…

Hem Soğuk Savaş yıllarının bölgedeki hesabı görülüyor hem de Arap dünyası kendi içinde çatışarak yeni bir rotaya yöneliyor.

Türkiye ise Irak’ta ne yapabildiyse, Suriye’de de onu yapabilecek…

Gelecek neyi gösteriyor?..

Arap Dünyası, Baas’ın ve “batı yanlısı diktatörlerin” gittiği, yerlerini “dışlanmış kitlelerin” tercihlerinin aldığı büyük bir “devrim” yaşıyor. Bu gelişmelerin sonucunda Mısır’ın yeni cumhurbaşkanı Muhammed Mursi gibi devlet adamlarına alışmak zorundayız.

Sonuç, zengin emirliklerin zaferi midir? Asla!.. Mursi, Beşar’a ne kadar yakınsa, Suudi Kralı’na da o kadar yakın…

Kazanan demokrasi olduğunda krallar rahat olamazlar.

Meraklısının, geçtiğimiz yıl Fas Kralı 6.Muhammed’in gerçekleştirmiş olduğu siyasi reformlara ve bu ülkede yapılan serbest seçim sonucunda iş başına gelen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin uygulamalarına bir bakmalarını tavsiye ederim.

Berlin Duvarı’nın yıkılışını yerinde izlemiş bir dostunuz olarak söylüyorum, “değişim dönemleri” her kuşağa nasip olmaz.

Biz ise “Suriye meselesini” getirdik Hatay ile sınırladık!.. Pes!..