Küçük bir çocuktum, gündüzün bir vaktinde kýrk elli kiþilik bir grubun bizim köyün içinden köylülerin, özellikle biz çocuklarýn meraklý bakýþlarý arasýnda geçip aþaðýdaki köye gidiþleri hala gözlerimin önündedir. Yaz mevsimiydi ve hepsi palto veya ona benzer kalýn giysiler giymiþlerdi.
Sonra anlaþýldý. Bizim köye beþ altý kilometre uzaklýktaki ayrý aþiretlere mensup iki köy arasýndaki yayla anlaþmazlýðý yüzünden çatýþma çýkmýþ ve bir kiþi ölmüþ. Köyümüzün içinden geçip gidenler öldüren taraftanmýþlar. Yazýn ortasýnda uzun ve kalýn elbise giymeleri de uzun namlulu silahlarýný gizlemek içinmiþ. Aþaðýdaki köye gitmelerinin sebebi de orada oturan akrabalarýna sýðýnmakmýþ. Bu hadise yýllarca devam etti. Barýþtýrma giriþimlerinin hiçbiri fayda saðlamadý. Her sene yayla zamaný iki taraf da ayný yaylayý kullanmaya kalkýþtý ve mutlaka çatýþma çýktý. Neticede ölümler de devam etti.
Üniversitede okurken ayný fakültenin farklý bir bölümünde okuyan bir arkadaþým vardý. Bize yakýn bir köyde oturuyordu. Yarýyýl tatilinde beraber otobüse bindik Van-Erciþ'e gitmek üzere. Fakat o, Aðrý'nýn Patnos ilçesinde indi ve dað yolunu takip ederek köyüne gideceðini söyledi. Sebebini sordum. Meðer çocukluðumda aklýmda kalan o hadisenin yaþandýðý köylerin birinde oturuyormuþ. Ayný hadisenin devamý olarak bir iki sene önce karþý köydekiler bir akrabasýný öldürmüþ, onlar da karþý taraftan birini öldürmüþler. Erciþ'te tanýnýp vurulmasý ihtimali olduðu için tedbir olarak bu yolu tercih ediyormuþ.
Arkadaþýmýn köylüleri, özellikle ailesi mecbur kalmadýkça Erciþ'e gelmezlerdi. Ancak bazen resmi bir iþlem için gelmeleri gerektiðinde beþ on kiþilik kalabalýk gruplar halinde gelir, iþlerini tamamladýktan sonra hemen köylerine dönerlerdi.
Bir yaz günüydü. Sabah erkenden ilçeye gitmiþ bizim köylülerin müdavimi olduklarý kahvenin önünde tek baþýma oturmuþ çayýmý yudumluyordum. Sonra arkadaþýmýn köyünün minibüsü geldi. Minibüste abilerinden biri vardý. Daha önce tanýþmýþtýk. Beni gördü, selam vermek üzere yanýma geldi. Geçmiþ gündür, galiba nüfus idaresinde bir iþleri vardý. Çay geldi, hal hatýr sorduk. Biz konuþurken kulaðýmýn dibinde "heheyt! Ez bavê filankesê me" (Heyt! Ben falancanýn babasýyým) diye bir ses duydum (söylediði ismi þimdi hatýrlamýyorum). Arkadaþýmýn abisinin þakaðýndaki tabancanýn namlusu parlýyordu. Tepeden týrnaða buz kesildim. "Þak" diye bir ses. Tabanca tutukluk yapmýþtý. Ortalýk bir anda ana baba gününe döndü. O hengâmede, havada uçuþan iskemleler arasýnda adam kaçýp kayýplara karýþtý. Zannedersem anlaþmazlýk hala sürüyor.
Muþ Ýmam-Hatip Lisesi'nde yatýlý okuyordum. Muþ merkezde Alâeddin Camii'nin bulunduðu sokakta yatýlý olmayan sýnýf arkadaþlarýmdan bir kaçý bir ev tutmuþlardý. Bir ikindi vakti onlara gitmek üzere nöbetçi öðretmenden izin aldým. Sokakta yürüyordum. Arkadaþlarýmýn öðrenci evine on on beþ adým kalmýþtý ki çok yakýnýmda peþ peþe patlayan kurþun seslerinden sonra bir adamýn "heheyt! Ez bavê Zekî me" (Heyt! Ben Zeki'nin babasýyým) diye baðýrdýðýný duydum. Yerde kanlar içinde can çekiþen biri boylu boyunca uzanýyordu. Ayný köyden ayrý aþiretten iki ailenin yýllardýr süren arazi anlaþmazlýðýnýn, bir bizden bir sizden dizisinin bir devamýymýþ meðer.
Diyarbekir-Bismil'in bir köyünde bu sefer ayný aþiretten iki aile arasýnda on yýllardýr paylaþýlamayan bir arazi yüzünden çýkan çatýþmada dokuz on kiþinin öldüðü olay haberlere yansýyýnca, yarým asrý geçkin ömrümde yukarýda anlattýklarýma benzer, bazýsý kendi ailemi de ilgilendiren en az elli hadiseyi bildiðimi, gördüðümü büyük bir hüzünle hatýrladým.
Ýbn Haldun "Ýnsan, tabiatý gereði sahip olduðu öfke ve þehvet gibi hayvanî güçlerin etkisiyle zulüm ve saldýrganlýkla baþkasýnýn elindekini almak üzere mutlaka harekete geçer" diye kesin bir hüküm koyar. Sonra da buna dair örnekleri sýralar ve bu zulüm ve saldýrganlýklarýn önlenmesi için insanlarýn asabiyet sahibi bir "önleyici"ye ihtiyaç duyduklarýný ve neticede devlet kurumunun bu ihtiyaçtan doðduðunu belirtir. Ýbn Haldun "önleyici" anlamýnda "el-Vazi" kelimesini kullanýr. Bu kelime önleyici anlamýnýn yaný sýra, üleþtirici ve daðýtýcý anlamýný da ifade eder. Türkçede kullanýlan müvezzi kelimesi buradan gelir mesela.
Ýbn Haldun'un insanýn tabiatýna ve kesintisiz akan tarihin özüne dayanarak formüle ettiði bu hüküm gereði, yukarýda iþaret ettiðimiz arazi anlaþmazlýklarýnda devlet, böyle bir çatýþmanýn çýkmasýný önlemekle yükümlü olduðu gibi anlaþmazlýk konusu olan araziyi hakkaniyetle ve tabiî zamanýnda üleþtirmekle de yükümlüdür.
Bu baðlamda devletten beklenen, hadise olduktan sonra suçlularý yakalamak, olay mahallinin güvenliðini saðlamak gibi gerekli müdahaleleri yaparken bir yandan da bu tür hadiselerin bir daha meydana gelmemesi için var oluþunun sebebi olan önleyici ve hakkaniyetle paylaþtýrýcý misyonunu yerine getirmesidir. Nitekim bu hususta gerekli adýmlar yeterince ve zamanýnda atýlmýyor olacak ki bu tür hadiselerin bir türlü sonu gelmiyor.
Ölümle sonuçlanan saldýrganlýklarý önleyecek, ihtilaf konusu arazileri bir an önce hakkaniyetle üleþtirecek, Ýbn Haldun'un deyimiyle asabiyet (devlet destekli resmi motivasyon) sahibi yerel mekanizmalarý harekete geçirmek için ciddi çalýþmalar yapmak baþta devlet olmak üzere bu ülkede devletin önünü açmakla yükümlü üniversitelerin sosyoloji bölümlerinin, aydýnlarýn görevidir.
Ekranlara baktým. Sosyolojiyi anlayýp uygun çözümler üretecek, devlete aslî iþlevini hatýrlatacak, yol gösterecek aydýnýmýz hala "feodal yapý", "ortaçað zihniyeti" gibi ezberleri tekrarlýyordu.