Polemiðe girmeye tenezzül etmem... Ama bu kez iki cepheden gireceðim. Yýllar içinde kimleeeer kimler, ne yönetmenler ne yazarlar istedi de girmedim polemiðe. O meydan okuyan eril dilden, o laf sokuþturmanýn verdiði etobur tattan hiç hazzetmedim. Þimdi mesele bazý kültür sanat çevrelerinin birini kullanýp baþka birilerine küfür ve / veya hakaret ettirmesi sonra da “Ben deðilim ki, ben özgürlükten yanayým” diye geri çekilmesi.
Ahlaktý, özgürlüktü, baðýmsýzlýktý, insan haklarýydý diye mangalda kül býrakmayanlarýn ne kadar içten pazarlýklý olduðunu; mücadele edip çile çekmiþlerin bir kýsmýnýn da intikam soðuk yenen bir yemektir diyerek, herkese bedel ödetmekten sadistçe zevk aldýklarýný biliyorum ne yazýk ki... Bildiðim için de kime verip veriþtirirsem iki kat fazlasý benim haneme yazýlmalý. Bunca yýldýr ses çýkarmadýkça, hep dayanýþma önceliklidir diye düþündükçe meydaný boþ buldular. At gözlüðüyle dünyaya bakýþlarýný hepimize empoze etmeye kalkýyorlar.
“Ay Altýn Portakal’da sansür varmýþ, haydi protestoya” diyenlerle polemiðe girmeye tenezzül edeceðim. Çünkü hemen hepsini tanýrým, çoðunluðuyla dostane iliþkilerim vardýr. Memleket ahvali nedeniyle hemen örgütlenip toplu hareket etme ve eylem yapma refleksleri çok geliþmiþtir. Bunu bilenler tarafýndan çok kolay “gaza getirilebilirler”. Kendi “cephe”lerinden birinin bir uyaranýyla önce harekete geçip sonra düþündükleri olur. Farklý düþünen olsa bile bakýþ açýsýný saklar, yoksa dýþlanýr. Bu sefer de öyle oldu.
Gazeteci ve belgeselciler çoktandýr önlerine gelen her metinde ne yazýyorsa aynen kabullenip körü körüne inanýyor; hiçbir kuþku duymuyor; o metnin nasýl ortaya çýktýðýný merak etmiyor; iki soru sorup da araþtýrmýyor. Hatta ilgi çekmek için çarpýtýyorlar... Oysa gerçek özgürleþtirir, bilgi özgürleþtirir.
Daha eleþtirel düþünmeyi, etik ve adil bir yaklaþýmý benimseyememiþ, bir madalyonun iki yüzü olduðunu öðrenememiþler! Sorsak karþý çýktýðý kavramý açýklayamayacak olanlar da var aralarýnda. Daha da vahimi, kaybetmeyi bilmeyenler var. Yine yenil, daha iyi yenil demeden ancak kazanmayý, el üstünde tutulmayý, ilk tercih olmayý isteyen, kifayet etmeyince de fýrsat bu fýrsat elde ettiði geçici iktidar hevesiyle kumpaslar peþinde koþanlar... Pardon, kumpaslar hep onlara karþý kurulurdu deðil mi? Onlar hep maðdur ve maðrur idi.
Mesleki konumu tartýþmalý bir kiþiyle bir websitesinde yaptýðý mülakatta, Türkiye’nin saygýn ve kurumsallaþmýþ sinema yazarlarýna hakaret etme olanaðý sunduðu için Sayým Çýnar ile polemiðe de tenezzül edeceðim. Çünkü bir iki hafta öncesine kadar kendisiyle dostane bir meslektaþ iliþkisi içindeydim. Hatta bir keresinde benimle de mülakat yaptý. Son gördüðümde Adana Altýn Koza Film Festivali’nde otel lobisindeydi, yanaðýndan bir makas aldým. Son konuþtuðumda ise röportajýndan dolayý gönül koydum, çýkýþtým. Ben yine bu mesleði icra ederken, o meþhur bavuluyla gazeteleri dolaþýr kitap satar, tanýtým yapardý. Son yýllarda film festivallerinde rastlýyorum, uygun röportaj alaný ne de olsa.
Gelin görün ki kitap kurdu, kitap eleþtirmeni, sözcüklere hakim kiþi neyin hakaret neyin ifade özgürlüðü olduðunu anlamamazlýktan geliyor. Anlaþýlan bizim çevrede iletiþim kurma biçimleri o kadar dejenere oldu ki hakaret özgürlük sayýlýyor.
Anadolu festivallerine her yýl kendilerini basýn sponsoru olarak davet ettiren (sponsor dediysek gelen bülteni websitesine aynen basan cinsinden, yoksa masraflar her daim festivalden), biraz internet biraz özel hayat marifetiyle kendine film eleþtirmeni payesi biçmiþ ama bir türlü tescillenememiþ takým da eleþtirmenlik adý altýnda her filme “saydýrýyor”. Onlar da eleþtiriyi dejenere ettiler, sövmeyi eleþtiri sayýyorlar.
Bu iki kitlenin kesiþme kümesinde polemiðe girerek arý kovanýna çomak sokuyorum, evet.