Arkadaşınızı satar mısınız; kesinlikle satarsınız...

Avrupa Merkez Bankası (ECB), hâlâ Avrupa’nın para politikaları konusunda karar alıcı bir merkez değil, daha çok bir operasyon merkezi. ECB’nin dün aldığı kararlar, Draghi’nin tam olarak yapmak istediklerini anlatmıyor. Draghi, öncelikle İtalya ve İspanya’nın borçlanma oranlarını düşürüp, hem süreci zamana yaymayı hem de para piyasalarında Almanya lehine olan dengesizliği gidermek istiyordu. Bunu bir ölçüde yaptı ancak bunun sürekliliğini sağlayacak köklü kararları alamadı. Peki, Draghi ve ekibi buna da şükür diyecek mi? Sanmıyorum, kavga kızışacak . Almanya ve AB arasındaki bu itişme, sonuç toplamı sıfır olan bir oyuna doğru gidiyor. Yani artık biri kaybederken diğerinin kazanacağı bir oyun. Çünkü Almanya ve AB artık iki rakip. Peki diyeceksiniz Almanya, AB’nin içinde değil mi? Daha önce de yazdım artık iki Avrupa var. Bu kriz bu gerçeği ortaya çıkardı. Almanya, denetleyemeyeceği bir Euro istemiyor, para birliğini kendi kontrolüne almak istiyor. Tıpkı Çin Komünist Partisi’nin Yuan’ı denetlemek istemesi gibi.

Dünyada Çin’in ticari etkinliği ve ihracatı yukarı çıktıkça Çin parası ile yapılan ticaretin hacmi ve dolaşımı da artıyordu öte yandan Çin, yaptığı ikili ticari anlaşmalarla da kendi parasının kullanımını ticarileştiriyordu. Ancak artan Yuan hacmine rağmen ÇKP, bir türlü tam konvertibl paraya geçmedi. Bunun nedeni çoğunlukla, fazla veren Çin ekonomisinin sürekli değerli paraya sahip olacağı ve ihracatının düşeceği savına bağlı olarak açıklanıyordu. Ama bu bir sonuç; neden değil. Asıl neden, ÇKP’nin tam konvertibl bir parayla ipin ucunu kaçıracağı ve sürecin denetimden çıkacağı endişesi idi. Çünkü tam konvertibl bir para, fazla verirseniz değerlenir, bu da ihracatı düşürüp ithalatı yukarı çeker. Bu, yeni bir dengenin başlangıcıdır. İhracatı yeniden yukarı çekmeniz için iki yol vardır; emek verimliliği yani düşen ücretler ve/veya uzayan iş saatleri (ücretleri daha da düşürmek; işte Çin artık bunu yapamaz, burada sınırda) ya da teknoloji verimliğine dayanarak faktör verimliğini yukarı çekmek. Bunu yapmak için de, beşeri sermayeye dönük bir kalkınma stratejisi gerekir . Yani demokrasi ile başlayacaksınız, emek piyasalarını pazarlık yapar hale getireceksiniz, mobilizasyon sağlayıp ücretleri yukarı çekeceksiniz. Sınırları yalnız sermayeye değil, her türlü işgücüne de sonsuz açacaksınız. İşte Çin’de 1978’de Deng Xiaoping’le başlayan reformlar, hiçbir zaman buraya gelemedi ama Deng stratejisi şimdi yolun sonuna geldi. Öte yandan Euro, tam konvertibl bir rezerv para ama onun da arkasında yekpare bir demokrasi yok. Euro, demokrasiye değil, ağırlıklı olarak, Almanya’nın kontrol ettiği bürokrasiye dayanan bir paradır. Euro’nun temsil ettiği birlik, siyasi bir birliğe dönüşmezse çökeceği aşikâr değil miydi? Tıpkı Çin’in sonsuza değin, yüz dolara işçi çalıştırıp, parasını düşük tutarak yaptığı ihracattan verdiği fazlayla Amerikan kalpazanlığı yaratamayacağı gibi...  

Kapitalizmin mekanizması aslında göründüğünden basit. Hele kriz süreçlerinde elinizin altındaki seçenekler giderek azalır. Sonunda, yukarıda söylediğim gibi, karşınızda bir güç kalır ve o gücün karşısında ya hep-ya hiç oynarsınız. Bu da sıfır toplamlı bir oyundur ve kazansanız da kaybetseniz de mutlaka yeni bir başlangıç olur. Tahmin etmişsinizdir bu pekala bir Nash dengesi halidir. Yani demokrasinin olmadığı bir denge hali de diyebiliriz buna. Bu konuda anlatılan çok örnek vardır. Benim en çok hoşuma giden şu bin dolar hikayesidir.

Demokrasi olmazsa satış olur...

Şöyle; ülkenin birinde hükümet iyilik yapmaya karar verir. Her bir vatandaş şu iki seçenekten (istekten) birini seçecek: a) Ben bin dolar istiyorum b) Hayır, ben bin dolar istemiyorum arkadaşıma beş bin dolar verin... Sonucu tahmin edersiniz çoğunluk a şıkkını seçer. Çünkü iletişimin ve ortaklaşmanın olmadığı bir toplumda herkes ilk önce kendisi için ‘en iyiyi’ seçer ama bu toplum için en iyi değildir. Ancak herkes, aynı anda, b’yi seçse, herkesin beş bin doları olacak. Ama bu denge değil, çünkü bu iki kişiyi bir aile olarak düşünsek bile, eşini satıp kendine bin dolar isteyenler çıkacaktır ancak bu durumda diğer eş beş bin dolar şıkkını seçerse birinin altı bin doları olurken diğeri parasız kalacaktır. Tabii iyilik yapmak isteyen hükümette, dengeleri iyice bozmamak için, herkesin bin dolar istediği denge halini kabul edecektir. O zaman, bu toplum, ortaklaşamadığı için, denge halini, yani bin dolar seçeneğini seçip yoksul bir denge haline razı olacaktır . Herkesin arkadaşı, kardeşi, eşi için istemesi demek ki, öyle lafla, kardeşlik edebiyatıyla olmuyor. Bunun için ortaklaşmak yani bilmek gerek. Senin ne diyeceğini ben bileceğim ve bundan emin olacağım. Bu da sonsuz demokrasi demektir. Demokrasi, yoksulluk dengesine razı olmamak demektir, gerçekten kardeş olmak demektir. İnanın bu, her türlü terörü de bitirir, yoksulluğu da...