Artık şunun adını net koyalım: Örgütlerle değil, devletlerle savaşıyoruz...

Ne zaman ülkemizde ve civarımızda yaşanan akla ziyan gelişmelerin dış bağlantılarından bahsetsek birileri çıkar ve, “Komplo tutkumuzun paranoyaya dönüştüğü”nden bahsederdi.

Ama 15 Temmuz gecesi yaşadığımız ihanet depremi, “komplo”cuları derin uykusundan uyandırdı.

Bakıyorum artık FETÖ ve diğer terör eylemlerini yorumlarken sürekli dış bağlantılardan bahseder oldular, “üst akıl” paranoyasına(!) onlar da katıldılar!

Gerçi bu “muhteşem çelişki” ister muhteşem bir öngörüsüzlükten, ister samimiyetsizlikten kaynaklansın, endişe verici olmakla birlikte biz “arızalı saatin doğru vakti göstermesine” de şükredip konumuza devam edelim.

***

Aslında kimin ne dediğinin bir önemi de kalmadı. Artık her şey açıkta cereyan ediyor.

Bütün ince hesaplara rağmen 15 Temmuz’da yaşanan bu hezimet, patronları çok öfkelendirdi.  

Çünkü o kadar açığa düştüler ki, kafasını kuma gömen deve kuşuna döndüler.

Artık maskeleri fırlatıp, nöbeti-vardiyayı bir kenara bırakıp bütün lejyonerleriyle birlikte sahaya indiler.

Harfleri bırak, asıl alfabeye bak...

Durum bu merkezde iken biz hâlâ konuyu FETÖ, PKK, PYD, DAEŞ gibi örgütlerin müstakilen mücadelesinden ibaret sanıyorsak bu gaflet, dalaletimiz için yeter de artar bile...

Bir kere bir devlete savaş açan bir örgütün, başka devletlerden ciddi destek almadan bırakın 30 yıl ayakta kalmayı “örgüt” olması bile mümkün değil.

Kaldı ki, bu örgütlerin son birkaç aydaki faaliyetlerine bile bakıldığında eylemlerinin, zamanlama ve yöntem itibariyle birbirine entegre ve tamamlayıcı nitelikte olup aynı patrona çalıştıkları ortadadır.

15 Temmuz kalkışması başarılı olsaydı bugün Türkiye’de bir FETÖ iktidarı mı olacaktı sanıyorsunuz?

Elbette hayır...

Zaten o kalkışmanın amacı iktidar değişikliği değil, iç savaş başlatmaktı ve o amaca ulaşamadıkları için diğer oyuncular sahaya sürüldü.

Nihai hedef Türkiye’yi parçalamaktır.

Doğru tedavi için önce doğru teşhis şarttır.

Asıl problem bu teröristleri besleyip üstümüze salanlardır ve asıl hedefleri de ülke bütünlüğümüzdür.

Biden bu işe ne diyecek?

Suriye sınırımızda olup bitenler ise bütün bu işgal çabalarının kilit taşıdır.

Bu çabanın ise Suriye Kürtleri ile de Kürtlerin geleceği ile de hiçbir ilgisi yoktur.

72 milletten toplanan Türkiye düşmanı hainler şebekesi olan PKK’nın, Türkiye’deki Kürt kardeşlerimizle ne kadar ilgisi varsa PYD’nin de Suriye’deki Kürtlerle ilgisi o kadardır.

PYD dışında onlarca Kürt oluşumu vardır ve hiç biri ABD’nin, Türkiye’ye istikrarsızlık sokmak için sahnelemeye çalıştığı bu “koridor oyunu”nda yer almamıştır.

Hâlâ anlamadınız mı?

Bu koridor, sınırımızın dışında Akdeniz’e değil, Türkiye’nin birliğine, bütünlüğüne, bölünmezliğine uzanıyor...

“Sınırımızın öbür tarafında olup biten bizi ilgilendirmez” anlayışı tek kelimeyle ahmaklıktır.

Şayet bu koridorun inşasına izin verilirse haritalarda “Suriye sınırı” diye görünen kalın çizgilerin sahada hiçbir anlamı olmadığı görülecektir.  

PYD’yi uzun bir süredir Fırat’ın kenarında bekleten ABD, FETÖ’ye verdiği ihaleden sonuç alamayınca tekrar ‘koridor’a dönmüştür.

ABD Büyükelçisi Bass 23 Haziran 2015 tarihinde bizzat bu fakirin odasında “PYD’ye desteklerinin kesinlikle bir ‘devlet’ motivasyonu içermediğini söylemişti.

Acaba bugün gelinen noktayı sayın ABD Başkan Yardımcısı Biden nasıl izah edecek?

“Büyükelçimiz yalan söylemiş” mi diyecek, yoksa “Doğru söylemiş” mi diyecek?

Daha da önemlisi bundan sonra ne olacak...