Asabiyet

Başbakan Erdoğan’ın önceki gün grup konuşmasında kullandığı bir kavram galiba kulaklara yabancı geldiği için yadırgandı. Değişik yorumlar yapıldı. Erdoğan’ın ırkçılık anlamında kullandığı “asabiyet” kavramı İbn Haldun’un medeniyet (“umran”) teorisinin temel kavramlarından biridir.

Günümüzün sosyal bilimcileri tarafından “ilk sosyolog” diye selamlanan İbn Haldun 14. yüzyılda kaleme aldığı Mukaddime isimli meşhur eserinde “aynı toplumsal gruba aidiyetin insanlar arasında oluşturduğu bağlılık duygusundan” bahseder. Tunuslu düşünürün “asabiyet” olarak adlandırdığı bu duygu toplumsal dayanışmayı ortaya çıkararak yabancı topluluklara karşı savaşma gücü verir topluma.

Ancak aile bağına, soy ortaklığına yani kandaşlığa bağlı asabiyet kentli olmayan, ilkel seviyede bir ekonomik ve sosyal hayat sürdüren göçebe (“bedevi”) topluluklar için olumlu anlam taşır. Çünkü onları toplumsallaşmaya yöneltir. Ama şehirlileşmenin ve karmaşık ekonomik ilişkilerin ortaya çıktığı daha ileri bir sosyolojik aşamada Mukaddime yazarının “sebep asabiyeti” dediği, daha kuşatıcı bir aidiyet duygusunun devreye girmesi gerekir. Şehirlileşmiş toplulukların soy birliğine dayalı bir aidiyet duygusuyla ayakta durması mümkün değildir çünkü.

Yani göçebe kabilelerin sosyalleşmesi ve daha ileri bir sosyolojik aşamaya geçmeleri için önem taşıyan soy birliğine dayalı aidiyet duygusu, bugünkü terimlerle söyleyecek olursak “etnik milliyetçilik”, gelişmiş şehirli toplumlarda ise tam aksine zararlı ve yıkıcı etkilere yol açabilir.

İbn Haldun’un nesep asabiyeti ve sebep asabiyeti ayrımı, bağlamları farklı olmakla birlikte, Bediüzzüman Said Nursi’nin kullandığı “müspet milliyetçilik”, “menfi milliyetçilik” tabirlerini de akla getiriyor. İlki farklılıkları kucaklayan, birleştirici milliyetçilik. Diğeri ise tam aksine ayrıştırıcı milliyetçilik anlayışı.

Başbakan Erdoğan da daha önceki bazı konuşmalarında aynen bu kelimeleri kullanarak “müspet milliyetçilik-menfi milliyetçilik” ayrımı yapmıştı.

Bu ayrımı yapmak önemli. Zira biraz da kitaplardaki tanımından dolayı, milliyetçiliğin ayrıştırıcı olması gerektiğini düşünüyoruz. Evet, ayrıştırıcı milliyetçilikler var. Mesela bu ülkede yaşayan insanları Kürt, Arap, Çerkez, Gürcü, Arnavut vs vs... diye ayrıştıracak olan etnik milliyetçiliklerdir. Ama etnik kimlikleri kendi zenginliği olarak gören ve millet adı verilen bütünlüğün tarihi süreçte işte bu etnik toplulukların ortak kültür temelinde kaynaşmasıyla oluştuğunu kabul eden bir milliyetçilik “bütünleştirici”olur.

 

İlaveten, millet adı verilen kuşatıcı yapıyı toplumsal/siyasal birim olarak benimseyen anlayışın feodal kültüre nispetle daha gelişkin bir toplum aşamasını temsil ettiğini (veya en azından günümüzün şartlarına daha uygun olduğunu) kabul etmek gerekir.

Sosyolojik ayrımlar açısından bakmadan farklı milliyetçilik anlayışlarını değerlendirmek ciddi bir hata olur.

Milliyetçiliği İslam açısından yorumlayanların da hiç değilse kavramın lügat anlamıyla toplumsal anlamı arasındaki farka dikkat etmeleri gerekiyor.

İslam ırkçılığı, kabileciliği yani tabiri caizse etnik milliyetçiliği reddediyor. Belirli bir soydan gelmenin kişilere veya topluluklara üstünlük kazandırdığı anlayışına karşı çıkıyor.

Farklı etnik toplulukların ortak bir kültür içinde ve ortak idealler çevresinde kenetlenmesine, insan topluluklarının kabile aşamasından millet aşamasına geçmesine itiraz değil bu.

Tam tersi.