Asgari ücret ile ilgili yazıma gelen tepkiler üzerine...

(5 Ocak tarihli Dayak yemeyi göze alarak yazıyorum: Asgari ücret 100 lira olsun! başlıklı yazı)

100’den fazla e-posta gelmiş, üşenmedim hepsini tek tek okudum.

Yazılan yorumları, paylaşımları bulabildiğim ölçüde gözden geçirdim.

Çok enteresan bir deneyimdi hakikaten.

Birine mesela “Yazıyı okudun mu?” diye sordum. Yanıt “Okumaya gerek var mı? Başlığı yeterince anlatmış!” oldu.

Bir başkası aynı soruya; “Vakit kaybı olur diye okumadım!!!” cevabını vermiş. Oturup bir sayfa e-posta yazmayı vakit kaybı görmüyor nedense…

***

Yine öfkeyle mesaj atanlardan birisi, genç bir hanım..

“Ben asgari ücret alıyorum! O parayla anneme, kardeşime bakıyorum! Elbette işyerinde hiç çalışmadan o parayı alanlar da var ama ben çalışıyorum! Nasıl olur da asgari ücret 100 lira olsun yazarsınız???!” yazmış.

“Peki” dedim, “Senin normalde alman gereken maaş ne kadar olmalı?”

“2000-2500 lira olmalı” demiş hanımefendi.

“Peki o işyerinde çalışmadığı halde 1603 lira alanların gerçekte hakkı ne kadar?”

“En fazla 100 lira, hoş o bile fazla bazılarına...”

E peki ben yazıda neyi anlatmışım?

***

Bir başkası yazmış…

“Oh, kaleminize sağlık! 8 yıldır aynı yerde çalışıyorum, ben başladığımda asgari ücret 650 TL idi, her yıl zam ala ala bu yıl anca maaşımı bir yere taşıdım, şimdi ise işe başlayan sıfır tecrübeli birisi benimle aynı maaşla başlıyor! Bu adalet mi?”

***

2002 yılına götüreyim sizi.

Üniversiteye yeni başlamışım. Okulum Avcılar’da, İstanbul Üniversitesi İşletme.

Okula arabayla filan gelenler var, kantinde oturup keyif çatanlar, gözlerim büyüye büyüye izliyorum onları. Şaşkınım.

Ben ise bir tanıdık vasıtasıyla Mecidiyeköy’de bir yazılım şirketinde iş bulabildiğime çok mutluyum o günlerde.

Öylesine zar-zor kabul ettirmişim ki kendimi, maaş diye aldığım para bugünün 300 lirası.

“Yazılım tarafına mı verelim seni, tasarım tarafına mı?” dediklerinde yazılımı seçmiştim. Çok matematik kafasına sahip olduğum için değil, tasarımı kendi kendime öğrenebilirim ama yazılım için kursa gitmem gerekecek, kurslar da ateş pahası olduğu için.

Yazılım tarafının en alt seviye, angaryacıbaşı olarak başladım işe. Nerede gereksiz, uğraşmak istemedikleri iş varsa bana veriyorlar. Ben ise mutluluktan adeta öleceğim…

İş öğreniyorum.

Öğlenleri ofistekiler Mecidiyeköy Ortaklar Caddesinin enfes cafelerine gidiyor. Ben ise Hisar Büfeden tavuk döner yiyorum. Maaşım o kadar sınırlı ki, tavuk dönerin yanında ayran içsem, ertesi güne yemek param kalmıyor.

Yazılımı seçmiştim ama öğlen aralarında baş tasarımcının yanına bir tabureye sessizce oturup çalışırken izliyorum. Birkaç şey sorduğumda kızıyor “Sen yazılım tarafında değil misin? Gitsene oraya?” diyor. Kızıyor dediğime bakmayın, dünyanın da bilgisini öğretti sağolsun.

Bu arada o zamanlar henüz Metrobüs yok, yani Avcılar’dan Mecidiyeköy’e bir ya da birkaç otobüsle gidiyorum. Diyelim bir dersim sabah var, bir dersim de öğlen 14.00’de. Ben sabah dersi biter bitmez koşarak işe gidiyorum. Bir saat çalışıyorum, sonra tekrar geri okula.

14.00’deki dersten sonra artık eve giderim zannettiniz değil mi? Yok, küçük işler birikmiştir, beni bekler. Tekrar Mecidiyeköy’e.

Bir gün artık öylesine çöktü ki gencecik bünyem, Çağlayan’da inip otobüsten, hemen E-5’in kenarındaki çimenliklere uzanıverdim. Çantamı yastık yapıp yattığım yerde tam iki saat uyumuşum. Ben uyurken herhalde 100 bin insan geçmiştir bana bakarak oradan.

Neyse, işe dönelim. Hem yazılımın angarya işlerini yapıyorum, hem de tasarımcının zamanını tırtıklıyorum ama sorun ki neden?

Mesaiden sonra bir iki saat daha çalışıp bu sefer de dışarıya, konu-komşuya web sitesi hazırlamam lazım ve tamamını kendi başıma yapabilmem için hem yazılım, hem tasarım bilmem icap eder…

Tam bir sene sürdü 300 lira maaşla hayat. Bir yılın sonunda maaşım 600 lira olmuştu. Size sorsam, “Şimdiki asgari ücretin hala 1000 Lira altı”, bana sorsanız “Maaşıma %100 zam…”

Cumartesileri işe keyifle gidiyorum, nasılsa o gün okul yok, mesaim bölünmeyecek. Pazar ise kimse gelmediği halde, patronların haberi bile olmadan işyerini açıyorum. Hem kendi işimi, hem de işyerinin işlerini yapıyorum. Allahım, hem internet var, hem bilgisayar var. Doyamazdım o Pazar günlerine.

Yaşım 19-20… Yaşıtlarımın en çok gezdiği, en güzel tozduğu yaşlar.

Ben ise 2 sene boyunca orada çalışıp toplamda kaba bir hesapla 24 ayda 10 bin lira maaş almışım.

Beni sömürmüşlerdi belki size göre.

Enayiydim, bir güzel kazıklanmıştım belki…

Şimdilerde Mecidiyeköy’den arabamla her geçişimde o işyerine gözüm mutlaka kayar. Bir kere bile bakmadan geçememişimdir herhalde geçen onca yıla rağmen.

Her bakışımda da minnet duyarım, hayır duaları ederim onlar için.

Beni ezdikleri için.

Beni o bilgisiz, acemi, toy halimle işe alıp, onca bilgi öğretip, bir de üstüne 300 lira maaş verdikleri için minnet duyuyorum.

O iki yılın ardından kendi işimi kurdum.

Ne biliyorsam o işyerinde çalışırken öğrendiklerimdi, bütün sermayem o iki yıl ve o iki yılda kazandıklarımla aldığım bir bilgisayar…

Şimdi düşünüyorum. Bu yıl 18 yaşında olsaydım mesela. Aynı işyerinde çalışmak için başvursaydım. O zamanki bilgisiz, acemi, toy halime 1603 lira verirler miydi acaba?

Vermeliler miydi ya da?

***

Bu köşede bu hikayeyi yazmayacaktım. Ama bazıları “senin tuzun kuru tabii” mesajları atmış, zorla yazdırdılar...

Bugün sahip olduğum her şey için normal bir insanın üç katı kadar ter döktüm.

Ve şunu öğrendim; ter döktüğün kadar sahibisin, sahibi olduğunu sandığın şeylerin…

***

Kısacası dostlar, yazıda hayata atılmaya çalışan gençlerin durumunu, kendimden, o zamanki halimden pay biçerek yazdım.

“Bu gençlerin biraz burnunun sürtülmesi lazım” idi meali yazının.

Gidip bunu 4 çocuklu, okuma imkanı bulamamış güvenlik görevlisi Ahmet Abi için de söylemişim gibi, “Bu millete 1603 lira çok, asgari ücreti yapın 100 lira” demişim gibi anlamaya çalışan, aksettirmek isteyenler olmuş.

Gençlerimiz iş beğenmiyor.

Buldukları işlerde kalmak için çaba sarfetmiyor.

Çok çabuk pes ediyor.

Kimseye eyvallahları yok.

Staj yaparken bile “bana angarya iş yaptırıyorlar” diyor.

Bunlar tehlike sinyalidir.

Benim işim de ona-buna şirin görünmek değil, “Asgari ücret 5000 TL olsun” diyerek tribünlere oynamak değil. Gerçekleri, gerçek olduğuna inandığım şeyleri söylemek.

Yazımı yanlış anlayıp da bu ülkedeki yoksul, ailesinin geçimini sağlamak için en zor işlerde çalıştığı halde asgari ücret alan, aldıkları asgari ücrete laf ettim sanıp bana kırılan, gücenen okuyucularım olmuş, yanlış anlaşıldığım için özür diliyorum.