Aşk eski bir yalan...

Türkiye’nin on yılına damgasını vurmuş Demokrat Parti kadrosundan Samet Ağaoğlu edebiyatımızda da iz bırakmış önemli bir öykücüdür. Kayseri Cezaevi’nde yatarken kaleme aldığı ‘Hayat Bir Macera’ adlı çocukluk ve gençlik hatıralarının girişinde ‘çok tanınmış bir romancı’ya atfen bir tespiti aktarır...

“Eserlerinizin konusunu nasıl seçiyorsunuz?” sorusuna şu cevabı vermiş ‘çok tanınmış romancı’: “Ben sadece bir konu buldum; yalnız boyları, elbiseleri, yüzleri, sözleri değiştiriyorum, yazdığım hep o... Bu tek konu şu: Güzel, faziletli, iyi bir kız, yakışıklı, mert, çalışkan bir delikanlıya âşık olur. Fakat araya bir kadın veya erkek fena insan girer, fitne sokar, kavgalar çıkarır, gözyaşları döktürür. Ama sonunda ya ölür, ya kovulur. Sevenler de mutluluğa kavuşurlar.”

İsimleri değişse ve farklı dönemlerde geçse bile, bizim televizyon dizileri de hep aynı konu etrafında dolaşmaz mı?

Bir kanaatimi paylaşmak istiyorum: Roman okurlarının, ama hararetli biçimde birini kapatıp diğerine başlayanların, ülkemiz siyasi hayatında yaşananları çok iyi değerlendirebileceklerine inanıyorum ben...

Romanlar (siz buna dizileri de ekleyebilirsiniz), aşk ve meşkle ilgili olsalar da, sonuçta çekişmelere, kavgalara, çekememezliklere sahne olan gerçek hayattan yansımalardır...

Jeffrey Archer bir ara siyasete de soyunan, bu yüzden cezaevine de düşen bir İngiliz romancıdır. Her eseri defalarca basılıp milyonlarca global okura ulaşmıştır. Üretken bir yazardır da. Archer’ın da aslında tek konusu var: Rekabet... Hayatın iki önemli karakterin rekabetiyle geçtiğini anlatır hemen bütün romanlarında...

‘Kane and Abel’ romanı 1980’den beri tam 20 kez basıldı sözgelimi; Türkçesi de var. Hz. Adem ile Havva’nın çocuklarıdır Kâbil (Kane) ile Hâbil (Abel)... Archer onları 20. yüzyılın başlarında apayrı iklimlerde doğmuş iki rakip olarak romanına kahraman yapar. William Kane zengin, iyi eğitimli bir Amerikalıdır; sonradan Abel Rosnovski adını alacak olan ise, Sibirya’da doğmuş ve nice muhataralı yıllardan sonra kapağı Amerika’ya atmış bir hırs küpü...

Garson olarak başladığı ABD’deki hayatında, Abel, zekâsıyla sivrilir ve kocaman bir otel zincirinin patronu olur; Kane ise babasından devraldığı bankayı büyütür de büyütür...

Yolları yanlış biçimde kesişir ikilinin; en yakın dostunun intiharından Kane’i sorumlu tutan Abel onu yok etmek için elinden geleni yapar ve başarır da. Bankasının hisselerini eline geçirir ve Kane’i kovar. Romanın finalinde, ikilinin birbirine âşık kızıyla oğlu evlenir ve Abel kendisi için dönüm noktası olan eski bir olayda arkasını kollayanın hayatını berbat ettiği Kane olduğunu neden sonra öğrenecektir...

Hâbil ile Kâbil kıssası Kur’an-ı Kerim’de isimleri anılmadan anlatılır. “Kim bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş, kim birini (ölmekten kurtarır) diriltirse bütün insanları diriltmiş olur” (MâideSûresi: 32) meşhur âyetinden hemen önce anlatılır kıssa...

İngiliz romancı, kahramanlarına, Kutsal Kitaplar’da anlatılan kıssada geçmiş iki ismi vererek, konunun evrenselliğine işaret etmiş gibidir.

Evrensel bir öykü bu gerçekten...

“Hangisi Hâbil, hangisi Kâbil?” diye sormamanız ricasıyla şunu düşünmenizi istiyorum: Şimdilerde tanık olduğumuz çatışma bu kıssayı andırmıyor mu?

Neredeyse aynı özelliklere ve birbirinden çok farklı sayılmayacak bir geçmişe sahip, tırnaklarıyla kazıdıkları başarılara imza atmış ve ne yaptılarsa olumlu sonuç almış iki kişi, iki kitle, iki varlık, karşısındakini öldürme amaçlı bir mücadele içerisinde...

Karşısındaki ölünce kendisinin de varlığını sürdürmekte zorlanacağını göremiyor...

Archer’ın romanında Kane’i faka bastırmak için çalışır çabalar ve sonunda bunda muvaffak da olur Abel, ama yanlış adamla dalaştığını öğrenince büyük pişmanlık yaşar...

Romanda çocukları mutlu olur hiç değilse...