Aþk Hikayesi üzerine

Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nda gerçekleþtirilen film gösterimlerinde geçen hafta yer alan Aþk Hikayesi (Love Story), bir dönem büyük ilgi gören, sinema giþeleri önünde uzun kuyruklara sebep olan bir filmdi. Erich Segal’ýn ayný adlý best-seller’ýndan uyarlanan film, bu tip romanlarýn genelde kaderi olan büyük giþe hasýlatýndan nasibini aldý ve 2 milyon 200 bin dolarlýk yapým bütçesiyle yalnýzca Amerika içi hasýlatý 105 milyon dolara ulaþtý. Dünyadaki popülerliði de düþünüldüðünde, belki de toplamda bir koyup on almanýn bir örneðini gerçekleþtirdi. Kanada asýllý yönetmen ve daha sonra yine popüler olan Hastane filmiyle hatýrlayacaðýmýz Arthur Hiller’ýn çalýþmasý, diðer dallarda da aday gösterilmesine raðmen, 1971’deki Oscar’larda sadece Francis Lai’in kulaklara nakþolunan ezgileriyle En Ýyi Müzik Oscarý’ný (En Ýyi Film’de gerçekten güçlü bir yapým olan Franklin Schaffner’ýn General Patton’ýna karþý koyamazdý) aldý; ciddi bir baþka deðerlendirme platformu olan Altýn Küre’de ise En Ýyi Film, Yönetmen ve Senaryo ödüllerini topladý.

O yýllarda ülkemizdeki geleneðe de uygun bir þekilde, üç yýl rötarlý gösterime girerek 1973’de gösterildi ve halen ayaðý sinemalardan kesilmemiþ olan aile ve gençlik çevrelerinde büyük ilgi topladý. Melodramatik yapýsýyla gözyaþlarýný tutamayan seyirciler birden fazla sinema salonlarýna giderek filmin hasýlatýna katkýda bulundu. Yeþilçam’ýn da alýþageldik kliþelerinden olan zengin kýz-fakir oðlan hikayelerinin tersine dönmüþ versiyonuyla, zengin bir aileden gelen Oliver Barrett’la (Ryan O’Neal), üstü kapalý bir göçmen vurgusu yapýlan ve daha alt sosyal bir katmandan gelen Jennifer (Jenny) Cavilleri (Ali MacGraw) bir vesileyle tanýþýrlar, aralarýnda ters esprilerden bir gönül iliþkisi baþlar, çocuðun ziyadesiyle varlýklý (bir malikanede yaþayan) ailesi (özellikle baba) bu iliþkiyi tasvip etmeyecektir. Hikayenin geçtiði sosyo-kültürel döneme baktýðýmýzda, hippiliðin ve rock müziðin zirvede olduðu, geleneksel toplumsal deðerlerden ve aile baðlarýndan bir kopuþ ve kendince özgürleþmenin yaþandýðý, genelde baþkaldýrýnýn cari olduðu (ki filmde bu, aile otoritesine, tanrý inancýna ve kiliseye karþý çýkýþ þeklinde tezahür eder) görülür. Filmin ilgi görüþ temellerinde, geleneksel toplumsal algýlarýn bu riske ediliþine de görmek gerekecektir.

“Aþk, hiçbir zaman piþmanlýk duymamaktýr.” sözüyle de bir yerde hafýzalarda yer alan repliðiyle bilinen ve sonunda ölüme giden bir aþk iliþkisinin adým adým deðiþik merhalelerini iþleyen, sonu evliliðe varsa da zaman zaman da serbest iliþkiye vurgu yapan filmde kurgu tekniði bakýmýndan dikkat çeken sekanslardan ikisi, genç çiftin malikaneyi ziyaretinden sonra geriye dönüþlerle ziyaretin önemli anlarýnýn altýnýn çizilmesi ve Oliver’in eþinin ölümcül hastalýðýný öðrendikten sonra kendini sokaklara vurmasý esnasýnda çalmaya baþlayan filmin tema müziðinin gerçek gürültü ve ses kalabalýðýyla yer yer kesilmesi, mevcut duyguyla senkronize olmasýdýr. Eser, gençlerin ailevi farklýlýklarýndan, biri Harvard diðeri Radcliffe College gibi eðitim kurumu farklýlýklarýna kadar deðiþik çevre ve süreçlerden gelinmesine karþýn, sevginin birleþtiriciliðini öne çýkarmasý, ayrýca Amerikan filmlerinde alýþýlagelmiþ olan mutlu sonun aksine ölümle neticelenmesiyle hüzünlü bir sonbuluþun vukubulmasýyla da dikkat çekmiþtir.