‘Askıdaki hurmalar’

“Ey Allah’ın Resulü! Yanlarına gelip sığındığımız bu insanların benzerini şimdiye kadar hiç görmedik. Aza ortak edip, çoktan vermekte kendilerini geçecek hiç kimse yoktur yeryüzünde. Onlarla birlikte çalışmadık, ama bizi ürünlerine ortak ettiler. Bu nedenle öyle zannediyoruz ki bütün sevabı onlar toplayacaklardır ve yine korkarız ki sevaptan yana bize bir tek şey kalmayacaktır...”

Resulullah (sav) cevap verdi:

Sizler onları takdir edip övdüğünüz ve onlar için Allah’a duacı olduğunuz sürece, sevaptan sizlere de pay vardır...”

622 yılında, yurtları kendilerine dar edilip memleketlerini terk edip hicrete çıkan ilk Müslüman Mühacirlerle, onları Medine’de iyilik, kardeşlik ve dostluk üzere karşılayan Ensar arasında, dünyanın şimdiye kadar şahit olmadığı bir “kardeşlik ahdi” inşa edilmişti... Gurbete düşmüş kardeşlerine ellerindeki her şeyi ikram edip, paylaşmaya davet ediyorlardı Medineliler...

Bir yaklaştırıcı ve yakîn kılıcı olarak “Kurban” da, işte bu kardeşlik vasiyetinin; bir gölgesi, namzedi, hatırası ve vecibesi olarak, bizlere o günlerin o arı-duru “bahşetme”, “bağışlama” tekrarını canlandırıyor...

***

Bir keresinde bir dağ köyünde eriştiğimiz bayramda, bazı ihtiyar ninelerle birlikte bir hasta ziyaretine gitmiştik de... Ninelerden birisi hasta odasının penceresindeki perdeyi kaldırıp buyur etmişti beni... Bir de ne göreyim? Upuzun, bitimsiz, yemyeşil bir çayır! Herhalde hem eşten dosttan uzakta oluş, hem kapkaranlık kuvvetli, hakim dağların arasında geçen günlerden sonra... Birdenbire gördüğüm bu sonsuz çayır... Bana “bayram”ın adeta tecessüm etmiş hali gibi gelmişti... Ellerimin titrediğini, dirseklerimden bir suyun aktığını, telaşla gözlerimin yaşardığını hatırlıyorum... Sanki gözlerimin önüne açılıveren bu cennet yeşili görmeye yetmeyecek gibi gelmişti gözlerim... “Ne oldu...” demişti ninelerden birisi... “Bayram ya... Bayramı görmeye gözlerim yetmiyor işte” demiştim... O ihtiyar ninelerin birbirleriyle bayramlaşıp, birbirlerine sabun ve çay gibi şeyleri ikram edip selavatlaşmalarını, ağlaşarak cennetten ve Peygamberimizden (sav) bahsedişlerini hala hatırlarım... Yoksul ve tertemiz kişilerdi ve aralarında paylaşıp ikram ettikleri küçücük şeylerin hepsi helal’di... Helal, onların dünyadaki cennetiydi ve cennetle aralarında zaten duvar mahiyetinde bir engel de yok gibiydi... O “Bayram” gününde, sanki Sevgili Peygamberimiz(sav) dünyasını hiç değiştirmemiş bir kişi gibi gördüklerini de fark etmiştim... Herkesin hayatta olduğu bir zaman dilimi gibiydi Bayram...

***

Resulullah (s) ile arkadaşlarının Hicretin 7. ayında tamamlayabildikleri Mescid-i Nebî’nin Kudüs’e bakan kısmında üzerin hurma dallarıyla örtük bir kısmı vardı ki; “Suffe” adıyla anılırdı. Burada sayıları 70 ila 300 arasında değişen, yoksul, evsiz, ailesiz talebeleri kalırdı ümmetin... Her dakikalarını O’nunla (s) O’nun öğretisini talim etmekle geçirirlerdi. Hayat koşullarını hiçbir zaman Suffe’ninkisinden farklı hale getirmemişti Allah Resulü (s). Bir gün bir ip gerdirdi Suffe kısmına. Hurma dalları getirenler, bu askıya asacaklar, Suffe de askıdaki bu hurmalardan yiyebilecekti. Aralarından birisi çok açtı o sabah... Zoraki belini doğrultup hurma askılarına varabildi. Heyecanla iki hurmayı arka arkaya yiyiverince, mahcubiyetinden kalbi duracak gibi oldu. Benzi attı. Geri geri çıktı... Arkadaşlarının da üst üste iki hurmayı yemesini beklemeden bir daha ellerini uzatmadı Hurma Askısı’na... Onlar açlıktan baygınlık geçirecek haldeyken bile kardeşlik hukukundan vazgeçmeyenlerdi...

Benim zavallı gözlerimse, böylesi bir sonsuz çayırı elbette görmeye yetmiyor. Bir Bayram sabahı daha onları hatırlarken, ellerim titriyor...

Bayram, kardeşlik hukukunu yeniden idrak ettiğimiz bir güzel başlangıç olsun hepimize...

Şimdi, askılara hurmaları asmanın vaktidir!