Astsubay: Biz düşman askeri değiliz

Yüksekova’nın Doğanlı mezrasındaki görüşmelerimiz geçe kaldı, karardı hava. Kar da yağmaya başlayınca, helikopter uygunsuz kaldı, karayolunu tercih ettik Van’a doğru. Gecenin ortasında öğretmenevinde ihtiyaç molası verdiğimizde tanıştım onunla. Dışarıda bir taşa oturup arkadaşları beklerken elinde bir bardak çayla yanıma yaklaştı... Astsubaymış:”Hoşgeldiniz, yolunuz açık olsun” diyor. Oradan buradan konuşuyoruz, nişanlıymış. Şehit olan yeğeninden bahsediyor, “sizin bir yakınınız şehit oldu mu hiç?” diye soruyor. “Gel otur yanıma” diyorum, bir taşın üstüne de o çöküyor. Ay ışığında gözünden süzülen kahırlı yaşa bakıyorum. Şehitlik yüksek mertebedir ecri Allah’tandır, kul kısmıysa selameti ister, bak nişanlıymışsın, inşallah düğünlerini, mürüvvetlerini görelim gençlerimizin, cenaze alayı değil de düğün halayı kuralım diyoruz bu yüzden çıktık yola..” diyorum... “Ablacığım...” diyor. “Biz düşman askeri değiliz ki...” Kalkarken elimi öpmeye çalışıyor, annesini hatırlatmışım ona. Tuhaf oluyor içim. Hayatımda ilk kez bir astsubay, elimi öpmeye davranıyor...

 

***

Ona söz etmiyorum tabii... Çok değil on yıl evveline kadar Milli Güvenlik Kurulunca, “birinci tehlike” ilan edilmiş kesimlerin içinden nice mihnetlerle çıkıp gelmiş birisiyim diyemiyorum. Devlet adına konuşanların, medyaların, halka “topyekun savaş” ilan ederek nasıl hunharca bir bölünmeyi körüklediklerini hatırlıyorum. Kendi ülkesinde, ülkesinin düşmanı ilan edilmenin ne olduğunu bilenlerden birisiyim... Çok çirkin ve acımasız, kirli bir oyundu bu, psikolojik harekattı, operasyondu.

 Doksanlar, sadece inançlı kesimlerin “düşmanlaştırılma” girişimiyle geçmedi. Etnik kimlik üzerinden inşa edilen “şeytanlaştırma” harekatıyla Kürt kimliği de çok zor günler yaşadı. Köy boşaltmalar, faili meçhuller, dışkı yedirmeler, söylemeye dilimin varmadığı nice işkencelerle insanların varoluşu imha edildi. İşittiklerimden, tanıklık ettiğim şeylerden beynim yanıyor, insana aklını kaybettirecek şeylere reva görülmüş kimselere dokunup, gözlerinin içine bakmak, omuzlarına dokunmak o kadar ağır bir deneyim ki... Tüm bu cehennemi hafızadan sonra, ölümlerden ölüm beğenmelerden sonra hayatı, barışı, selameti ve güveni inşa etmek, elbette kolay değil.

***

Endişem; bunun “Türk/Kürt” cepheleşmesine kayma ihtimaliyle ilgili. Bunun vicdansızca ikame edilmiş bir “ötekileştirme” projesi olduğunu unutup, Türklerle Kürtler arasındaki bir çatışma olduğuna inanmaya başlarsak, kaos üzerinden nemalanan vesayetçiler de gayelerine erişmiş olacak. Çünkü biz Batılarda yaşayanlar sadece şehit cenazelerimizle tanıyoruz Doğuyu. Doğularda yaşayanlarımızsa basılan evleri, yakılan köyleri, panzerlerin arkasına takılarak parçalanan çocuklarıyla biliyor Batıyı... Oysa Doğusuyla Batısıyla birlikte öldük, birlikte harcandık zaman içinde... Bizler birlikte ölüp harcanırken, birileri de ellerini ovuşturarak kurdu silah kaçakçılığından uyuşturucu tüccarlığına, darbecilikten vesayetçiliğe kadar tüm siyasal güç rantlarını...

“Hepimiz kardeşiz” elbette büyük bir söz, değerli bir ahit. Ama bu soyut kardeşlikten yol alıp kardeşliğin hukukuna dair somut güvenceleri de kurmak zorundayız. Yeni ve sivil Anayasa bu yüzden çok önemli. Lakin hiçbir yasa metninin sihirli değnek olmadığını da biliyoruz. Doğuyla Batıyı yani memleketimizin iki yakasını bir araya getirecek, ilikleyecek, barışa ve insan onuruna dayalı yeni bir sayfa açmak zorundayız...

Artık vatandaşına şüpheyle ve düşmanlaştırarak bakan Eski Türkiye algısı geride kaldı. Yeni Türkiye, 21. yüzyıla umutla, hukukun ve refahın paylaşılarak büyüdüğü bir konseptle çıkacak gücü halen taşıyor inşallah. Hapsedildiğimiz krizleri, imkana, yeni başlangıçlara, fırsatlara dönüştürerek umut vizyonuyla aşabilir miyiz? Kuşkusuz bu da emek istiyor.