‘Asya tipi üretim tarzý’ gündeme bomba gibi düþtü

Geçtiðimiz günlerde Sencer Divitçioðlu’nun vefat haberini okuduðumda, aklýma ilk gelen þey, onun meþhur Asya tipi üretim tarzý (ATÜT) tartýþmasý oldu. Hele bir de sosyal medyada haberin altýna düþülen ‘o da kim?’ tarzýndaki yazýlarý görünce, içim bir tuhaf oldu. Divitçioðlu adýný hiç duymamýþ çok genç bir nüfus olduðunu hatýrlamak için de iyi bir vesile. 

Elbette tarihçinin de gündemi biraz geriden geliyor… Gündem dediysem, kýrk beþ yýl öncesinden falan söz ediyorum. O zamanlar, bir zamanlar, Osmanlý üretim tarzýnýn feodal mi, yoksa baþka bir þey mi olduðu tartýþmasý, Türkiye’de sosyalistleri en çok ilgilendiren konularýn baþýnda geliyordu.

Osmanlý üretim tarzý neydi?

Þimdi ayný genç kuþak için bu tartýþmanýn meleklerin cinsiyetini tartýþanlar kadar önemsiz ve anlamsýz geleceðini, geldiðini biliyorum. Lâkin 60’larýn sonu, 70’lerin baþýnda bu soruya verilecek yanýt, sizin sosyalistlerin arasýnda hangi gruba dahil olduðunuza bir iþaret olurdu. O kadar önemliydi yani. Ama o günleri hiç hatýrlamayanlar için filmi biraz baþa almanýn zamanýdýr. Osmanlý üretim tarzýnýn ne olduðu ve ne olmadýðý sorusu çok önemliydi; üstelik acilen yanýtlanmasý gereken bir soruydu. Bu soruya verilecek yanýt çünkü, o günün Türkiyesi’nde devrimin hangi aþamada olduðuna, devrimci güçlerin kimler olduðuna, aralarýnda kurulacak ya da kurulmasý gereken ittifak iliþkilerine, devrimden sonraki ekonomik, sosyal ve siyasal aþamalarýn neler olduðuna ýþýk tutuyordu. Tutacaktý. Tutmasý umuluyordu.

Bu yazýda elbette Osmanlý feodal miydi; yoksa ATÜT müydü tartýþmasýnýn klasik argümanlarýna ya da hangi tarafýn haklý olduðuna falan hiç deðinmeyeceðim. Bu tartýþma, artýk tarihe intikâl etmiþ, günümüzün gündemiyle uzak yakýn asla iliþki kurulamayacak hâlde çünkü. Bu tartýþmanýn siyasal boyutuna deðineceðim sadece; böylece Sencer Divitçioðlu hocanýn bu tartýþmada ATÜT’çü olduðu için baþýna gelenleri genç kuþaklara hatýrlatmaya çalýþacaðým.

Divitçioðlu’nun tezi

Divitçioðlu, benim hocalarýmdan bile daha yaþlý bir hocaydý. Doktorasýný Paris’te tamamlamýþtý. Aslen iktisatçýydý. Dolayýsýyla Osmanlý iktisat tarihi alanýnda çalýþmasý bir bakýma doðaldý. Üstelik Marksistti de. Ýktisat tarihini Marksist bir gözlükle araþtýrýyordu. O zamana kadar Osmanlý tarihçiliðinde yoðun olarak görülen þemalarýn dýþýna çýkmaya cesaret etmiþti. 1967 yýlýnda ilk kez yayýnlanan “Asya Üretim Tarzý ve Osmanlý Toplumu” adlý çalýþmasý, onun akademik hayatýnda bir dönüm noktasý oluþturdu.

Onun araþtýrma yöntemi çok basitti; kitabýnýn önsözünde þöyle yazmýþtý: “Toplumsal bilimler ile uðraþanlarýn iþi, yaþadýklarý toplumu anlamaktýr. Anlamak ise, ancak araþtýrma ile olur. Giriþtiðimiz tarihî denemenin amacý budur. Anlamak, vâz edilen hipotezlerin somut gerçek ile sýnandýktan sonra doðrulanmasý ile kâbildir. Böylece anlamanýn sistemleþmiþ bir þekli olan teori, gerçeðe daha fazla yaklaþýlmasýný saðlar. Fakat kurulan her teori, nihaî doðrular cümlesi demek deðildir. Teori, yeni bulgular ile daima deðiþebilir; aksi halde dogma haline gelir. Bilim adamý ise dogmalara karþýdýr.” Biraz daha devam edelim: “Doðru bir teori kurulmadan, atýflar ve dipnotlarla kabul edilmiþ herhangi bir teori, pratikte onarýlmaz hatalara sebep olabilir. Bu hatalarý bir an önce asgarileþtirmek aydýnlara düþen bir görevdir.”

Divitçioðlu, araþtýrmasýnýn amacýný da þöyle dile getiriyordu: “Kitap, þimdiye kadar teori plânýndaki mevcut eksiklikleri tamamlamak iddiasýndan çok, Türk [Türkiye] gerçekleri üzerine yeni baþtan eðilmek; doðruyu yeniden aramanýn çýkýþ noktasýný tesbit etmek çabasý ile yazýlmýþtýr.” Hoca, tezlerinde iddialý da deðildi; þöyle diyordu çünkü: “Fakat herhalde teorinin kabule mazhar oluþu kadar, bilimsel bir tenkit sonucu reddedilmesi de bizi mutlu kýlar. ‘Doðru’nun ‘yanlýþ’ý tasfiye etmesi kadar saðlam bir þey olamaz.”

Divitçioðlu, bütün bu mütevazi baþlangýcýnýn ardýndan, Osmanlý toplumunun Marksist bir yöntemle incelenemeyeceðini bütün çalýþmalarýnda ortak bir vurgu olarak belirten hocasý Ömer Lütfü Barkan ile olan görüþ ayrýlýðýný da çok net bir ifadeyle açýklýyordu:“Osmanlý toplumuna ne feodalite, ne de Asya üretim tarzý ‘model’lerinin uygulanamayacaðýný ileri süren Ö. L. Barkan’ýn aksine, Marxgil tarihî maddecilik metodunu benimseyen ben, onun tarih anlayýþýndan bir hayli uzaklaþmýþ olduðumu da itiraf edeyim. Metod ve yorum konusunda hoca ile öðrenci arasýnda ortaya çýkan görüþ ayrýlýklarý, üniversite camiasý içinde tarihî gerçeði arayan birini mazur gösteremez (mi?).”

Ve hocanýn baþýna gelenler…

Bu son cümlenin ne denli saf ve naif bir beklenti olduðunu anlatacaðým þimdi. Ve yine bizzat Divitçioðlu’nun aðzýndan. Kitabýnýn 1971 yýlýnýn Þubat ayýnda yapýlan ikinci baskýsýnýn önsözüne bir göz atmak yeterli olacak bunun için. Bundan sonrasýný isterseniz yine bizzat hocanýn aðzýndan dinleyelim: “Bu kitap bize oldukça pahalýya mal oldu. Bir yandan, onu Ýstanbul Üniversitesi Ýktisat Fakültesi’nde profesörlüðe yükseltilmemiz için takdim tezi olarak sunduðumuz vakit, kaba hatlarý ile ‘Markxist tarih bilimi ile Osmanlý toplumu incelenemez’ denilerek, üniversite ulemasýnýn hýþmýný üzerimize çektik.” Divitçioðlu’nun profesörlük macerasý böyle baþlar. Yýllar önce yayýnlanan nehir söyleþisinde bu macerayý da anlatmaktadýr. Ýþ yargýya intikal eder; sonunda profesörlük ünvanýný ancak böyle alabilir. Dahasý da var tabiî. 12 Eylül darbesinden sonra 1402 sayýlý sýkýyönetim yasasýyla üniversiteden atýlanlar arasýnda yer alacaktýr. Zaten aksi düþünülebilir miydi ki?

Sosyalistler onu aforoz etti

Ama biz biraz daha ilerleyelim: Divitçioðlu’nun baþý, Türkiye Ýþçi Partisi’ne üye olduðu için, yalnýzca kürsüsündeki ve yakýn çevresindeki hocalarýyla ve meslekdaþlarýyla derde girmekle kalmaz; 1960’lar Türkiyesi’nde Marksist ve sosyalist çevrelerden de aforoz edilir. Biraz þaþýrdýnýz mý, bilmem; ama þaþýracak bir þey yok. Yine kendisinden dinleyelim, maceranýn diðer yüzünü: “Bu kitap ile ittifaklar konusunda [Doðan] Avcýoðlucular ile [Mihri] Bellicilerin asker-bürokrat kýsmî birleþik cephesine sekte vurulacaðý sanýlarak, oportünist damgasý giyip, Amerikan Muhipler Derneði’ne üye kaydedildik.” Ya, siz þimdi sosyalist Divitçioðlu’na diðer sosyalistlerin kucak açtýðýný falan mý düþünüyordunuz yoksa? Fena halde yanýldýnýz o halde. Aksine, Millî Demokratik Devrim tezine aykýrý düþtüðünden, Divitçioðlu’nun tezi, o dönemin cuntalarýna oynayan bütün sosyalistler tarafýndan karþý-devrimci olarak suçlanacaktýr! Burada ibretlik olan durum þudur: Divitçioðlu’nun tarihsel incelemesinden çýkan sonuç, bazý sosyalistlerin o sýradaki devrim stratejisine uymadýðýndan, linç edilmesini gerektirmiþtir! Bu kadar basit iþte.

Son sözü yine Divitçioðlu’na býrakalým: “Burada ne sevgili üniversitemizin kodamanlarýna, ne de Avcýoðlu-Belli ekseni üzerindeki toramanlara cevap verecek deðiliz. Onlarýn anladýðý ilmiye ve seyfiye ‘sýnýflarý’ bizden ýrak olsun. Bize bu sýnýflarýn ideolojileri dýþýnda Türk halkýnýn ideolojisini yansýtan tarihî-iktisadî araþtýrmalar gerekiyordu. Þükürler olsun ki, bu çalýþmalar peþpeþe gerçekleþmede-gerçekleþecek. Bu olgu ise, pahalýya mal olan bir kitaptan saðlanan azamî faydadýr.” Bu satýrlarýn altýný hocanýn kitabýný okuduðum 1977 yýlýnýn Kasým ayýnda çizmiþim. Okuduðum tarihi kitabýn ilk sayfasýna yazmak, o zamanki alýþkanlýðýmdý.

DÝVÝTÇÝOÐLU’NUN  KIRK BEÞ YIL ÖNCEKÝ ANALÝZÝ

Belki Divitçioðlu’nun 1969 yýlýnda sosyalist Ant dergisinde yazdýðý þu satýrlara da kulak verebilirsiniz:

“Adalet Partisi içinde geliþen hareket ise, mukaddesatçýlar tarafýndan temsil edilmektedir. Öyle gözükmektedir ki, bu hareketin yüklendiði tarihî ve toplumsal görev, aslýnda üstyapý çeliþkilerinden kalkarak, kuþatýmý pek iyi belirtilmeden, aslî sýnýf iliþkilerine deðinmek; yani, bir yandan Batý emperyalizminin bir uzantýsý olan burjuva kültürüne karþý Türk-Müslüman kültürünü savunmak; öte yandan, emperyalist ve tekelci mason ve komprador iþ çevreleri ile savaþmaktýr. Böylece istenilen, emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin mutlak egemenliðini kýrarak, Türk kültürüne dönük bir toplum kurmaktýr.

Bundan dolayý Konya’da yeþermekte olan, önceleri ‘takunyalýlar’ diye alaya alýnan, þimdi de Türk kamuoyunu derinliðine ilgilendirmeye baþlayan mukaddesatçýlar hareketini yakýndan takip etmek gereklidir. Mukaddesatçýlarýn yukarýda ana hatlarý verilmeye çalýþýlan aslî ve talî sýnýf iliþkilerinden hareket ederek, ideoloji ve eylemlerini saðlam bir toplumsal temele oturtmak üzere olduklarý düþünülebilir. Ýþledikleri konu ve yerleþtikleri ortam, toplumun talî ve aslî çeliþkilerine dayanan bir potansiyeldir. Hareketin dayanaðý, baþlangýcý ve geliþtiði ortam, Türk halk tabakasýnýn iktisadi ve kültürel gerçeklerini yansýtmaktadýr.

 

Fakat ne var ki, bu hareketin baþýndakilerin [...] verdikleri demeçler, niyetlerinin (...) hâkim sýnýf içinde mutlak bir güce sahip olan büyük þehir komprador, mason burjuvazisinin egemenliði yerine, Anadolu tüccar (yarýn sanayici) burjuvazisinin egemenliðini ikâme etmektir. Dünya görüþleri tam olarak belirlenmediðinden, vakit henüz erkense de, bu hareketin de yakýn Türk toplumsal tarihinin tanýk olduðu gibi, levantenler ile Müslüman burjuvazi, Ýttihat ve Terakkiciler ile itilâfçýlar arasýndaki hâkim sýnýf çatýþmalarýna benzediði söylenebilir. O vakit, bu çeliþme zincirine bir de mason-mukaddesatçý halkasý eklenmiþ olur.” Hayret mi ettiniz? O halde þimdi yazýnýn baþýna dönebilirsiniz!