Atamayan er geç yer!

Gezi Parkı’ndaki dokuz yâhut on çama önce neden bütün dünyâ sanki etinden et koparılıyormuş gibi irkilerek tepki gösterirken iki gün sonra neredeyse 180 derece dönüp Türkiye’ye öpücükler filan göndermeye başladı ve bilhassa Bruce Willis gibi Türkiye’nin haritada yerini göstermekden âciz birtakım herifler ve karılar neden balıklama Gezi’ye daldılar?

Efen’im?

Türkiye’nin dış dünyâdaki, hattâ Âzerbaycan gibi sözümona “çok yakın” ülkelerdeki lobi gücü sıfırdır!

Çünki Türk Devleti’ni yönetenlerin ufku, bilhassa ministerial bürokrasi, yâni bakanlıklardaki üst düzey bürokratlar, çerçevesinde, Kars-Edirne ve Samsun-Antalya arasında uzanan bölgeyle sınırlıdır.

Hatay’ı bile pek kapsamaz.

“Amaaan, işte Arabistantarafları filan...” diye geçiştirilir.

Türkiye Cumhûriyeti “bunak” bir mütekaaiddir, günübirlik yaşar; çok eski günleri, meselâ Hunların günlük hayâtını sözümona çok iyi hatırlar ama diyelim ki Fâlih Rıfkı’nın Atatürk’le hani o gece neler konuşduğundan bîhâberdir, hattâ o geceyarısı bir yataklı vagonunda ve bolca rakı eşliğinde o konuşmanın cereyân etdiğini dahî duymamışdır, çünki birileri duyurmamak için her türlü şaklabanlığa başvurmuşlardır.

O konuşma tabii söz temsîli. Ona göre daha ne konuşmalar ve de hele ne konuşmamalar var!

Türkiye Cumhûriyeti bu bunaklığı yüzünden hiçbir problemini halledemez, çünki aklında tutamaz!

Meselâ şu mâhut 24 Nisan trajikomedyasını alalım:

Aslında beş yaşında çocuklar dahî şu dinine yandığımın 24 Nisanının her yıl aynı gün, yâni 23 Nisandan bir gün sonra ve 25 Nisandan bir gün evvel tekerrür edeceğini bilir ama gereğini yapmak nedense kimsenin umurunda bile değildir.

Yâhû, Allah rızâsı için bir kerecik de sen inisiyatifi ele al da biraz ofansif oynayıp konuyu gündeme sen getir, değil mi?

1975’den bu yana hiç yazmadıysam yirmi beş kere yazmışımdır; TC olarak sen düzenle bir enternasyonal konferans, sen dâvet et her milletden ve bu arada tabii ki Ermeni kardeşlerimizden bilim adamlarını, uzmanları ve uzman geçinenleri; sen açıkla şimdiye kadar açıklanmamış Türk, Rus, Fransız ve bizzat Ermeni belgelerini ki bunlardan yüzlercesi hâlâ kilit altında tutuluyor...

Ama hayır!

Her sene bizim hımbıllar 20 Nisanda uyanıp paniğe kapılırlar, “iftirâlar”a (!) karşı ne yapılacağı, sanki ilk defâ ortaya çıkmış gibi “tasarlanır” (!), sonra Ermeniler meydanı boş buldukları için bol bol at oynatırlar ve müteâkıben“bizimkiler” (!) alıp basmak şöyle dursun kimsenin okumak zahmetine bile katlanmadan kâğıt sepetine atdığı çarşaf gibi metinlerle Ermenilerin ne kadar “yalancı ve nankör” olduğunu ballandıra ballandıra anlatarak 26 Nisanda “sezonu” kapatırlar. Ondan sonra bir dahaki senenin 20 Nisa nına kadar gel keyfim gel!

Neyse, asıl güncel derdim şu:

ABD ve Batı Avrupa ülkelerindeki muhtelif çevreler, Gezi Parkı meselesini bahâne ederek Türkiye’nin “antidemokratik” bir ülke, hattâ Başbakan Erdoğan’ın bir “diktatör” olduğu masalını yaymak telâşındalar.

Türkiye, elindeki bütün resmî ve gayrı-resmî kanallarla Taksim’den bir Tahrir çıkarmanın, öyle silindir

şapkadan bir tavşan çıkarmak kadar kolay olmadığını bütün dünyâya göstermek zorundadır!

Nokta!

Hattâ o tavşanı çıkarmak bile adamakıllı mahâret ister!

Unutmayalım ki Türkiye’nin son yıllardaki olağanüstü yükselişi; Rusya, Almanya, Yunanistan, İran vs. gibi bir dizi ülkenin artan bir endîşeyle izlediği bir gelişmedir.

Ayrıca gol atamayana da er geç gol atarlar!

Mahviyetle hatırlatayım dedim.