Atatürk doğru bir örnek mi?

Başkanlık sistemi’yle ilgili eleştirilere cevap verirken, bir bakan, “Atatürk ve İnönü de dönemlerinde devleti fiilen başkan gibi yönetmiştir” dedi; birkaç yerde tekrarladığı bu tespitini herhalde sizler de işitmişsinizdir.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise, her gün lâf yetiştirme ihtiyacı duyduğu Başbakan Tayyip Erdoğan’a, “Hadi Atatürk’ten korkmuyorsun, bari Allah’tan kork” diye hitap etti önceki gün...

Aynı gün, Genelkurmay Başkanlığı da, internet sitesine koyduğu bir notla, Atatürk’ün boyunun 1.74, ayakkabı numarasının 42 olduğunu duyurmuştu.

Siz ne derseniz deyin, ben bu ‘Atatürk’ referanslarını doğru bulmuyorum.

Henüz ‘Atatürk’ soyadını almadığı ‘Osmanlı subayı’ olduğu günlerde de Cumhuriyet sonrasında da önemli biriydi Mustafa Kemal Atatürk; buna hiç kuşku yok. Bir hedefi, o hedefe ulaşmak için belirlediği bir yöntemi ve hedefe eriştiğinde uygulamak üzere bir projesi olduğunu da biliyoruz.

20. yüzyılın ilk 40 yılına kalıcı bir damga vurdu.

Atatürk’ün gücü elinde tuttuğu günlerde yaptıkları ve yapamadıkları yaşadığı dönemin global şartlarıyla yakından ilişkilidir: Dinin geri plana itildiği, etnik milliyetçiliğin yükselişte olduğu, tek-adam yönetimlerinin garip karşılanmadığı, demokrasiye elde edilemez bir ütopya gözüyle bakılan bir dönemdi o. ‘Kahramanlar çağı’ denilebilecek bir dönem...

Bugün öyle mi ya? Demokrasinin evrensel standart haline dönüştüğü, ırkçılığın lânetlendiği, kılık-kıyafet değiştirircesine hükümetlerin birinin gelip diğerinin gittiği bir dünyada yaşıyoruz. Pozitivizm karşısında meydanı terk etmesi beklenen din insanlar için yeniden önem taşımaya başladı. Yönetimlerde, merkez, bazı yetkilerini çevreye devrediyor ve ‘yerinden yönetim’ modeli giderek yaygınlaşıyor.

Her ortam kendine uygun siyaset adamları çıkarır; bugün dünyanın dört bir tarafında ‘karizması’ bulunmayan, meşruiyetini ‘kahramanlık’tan almayan, ‘sıradan’ sayılabilecek siyaset figürleri iş başında ve kitleler bundan hiç mutsuz görünmüyor.

George W. Bush’un zorladığı ‘fetihçi yaklaşım’ın başarısızlığı sonrasında, ABD de, artık gücün paylaşılmadığı  ‘başkanlık sistemi’ uygulamasından hızla uzaklaşıp daha paylaşımcı bir anlayışa doğru evriliyor. Bush ve çevresindekiler, ABD’yi dünyayı yönetecek bir ‘çağdaş Roma’ olarak dizayn etme sevdasındaydı; bugünkü ABD ‘sıradan’ bir lider elinde ‘sıradanlaşan’ bir ülkeye dönüştü.

Fena da olmadı doğrusu...

Dünyada böyle bir gelişme yaşanırken az sayıdaki istisnalardan biri bizim ülkemiz: ‘Karizmatik’ bir lideri var ve bu yüzden de yetkilerin çevreyle paylaşıldığı günümüz global ortamında, ‘başkanlık sistemi’ arayışı Türkiye’de ilgi çekebiliyor. Ancak bu, arayışın, ‘anakronik’ olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Tayyip Erdoğan siyasette varoldukça ‘başkanlık sistemi’ bizde işe yarayabilir; ancak ‘sıradan’ siyaset kadrosuyla ‘başkanlık sistemi’ yürütülemez; özellikle de günümüz şartlarında...

Mustafa Kemal Atatürk’ü günümüz için ‘örnek’ veya ‘korku unsuru’ olarak sunmak yerine, doğru olan, bugünün ortamını doğru değerlendirip yarının muhtemel özellikleri üzerinde mutabakat arayışına girişmektir. Siyaset düne takılıp kalınarak değil, yarını gözeterek yapılan bir uğraş alanıdır.

Tartışmaya karşı mıyım, asla, yanlış tartışmaya karşıyım.