Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

Atatürk siyasi çaresizliğin sembolü olmamalı

Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün üzerinden 76 yıl geçti. Atatürk’ün hayatı fırtınalarla, mücadelelerle ve gayet tabii başarılarla doludur. O’nu tarihsel bir figür yapan da Osmanlı İmparatorluğu’nun üzerine bir Türkiye Cumhuriyeti inşa etmiş olmasıdır. Devlet kuruculuğu tarihte pek az lidere nasip olan bir imzadır. Yeni bir devlet kurmakla kalmamış, aynı zamanda eski devletle bağları kopartarak, sosyal, dini ve siyasi devrimler yoluyla kurduğu cumhuriyete rengini vermiştir. Zor ve tabiatıyla tartışmalı olan da cumhuriyetin rengi olmuştur. Atatürk sevgisi de sevgisizliği de temelde Türkiye’nin kuruluş ve takip eden tek parti yıllarındaki topyekün tercihleriyle şekillenmiştir.

Cumhuriyet’i kurma iradesi

İstiklal Harbi’ni kazanan Mustafa Kemal’le kimsenin meselesi yoktur. Cumhuriyet’in kurulması tercihiyle de mesele yoktur. Atatürk’ün bütün bu süreçleri sevk ve idaredeki dehası ve askeri kişiliğinin de ötesine geçen siyasi liderliği takdire şayandır. Koskoca bir imparatorluğun siyasi güç odaklarından İttihat Terakki kadrolarına kadar bir dizi iktidar talepkarı arasından yeni bir ülke inşa etmek tartışmasız bir başarıdır. İstiklal Harbi, Mustafa Kemal’e büyük bir kredi kazandırmıştır ama sadece bu kredi yeni bir ülke kurmaya yetmezdi. Üzerine siyasi dehasını eklemeyi başararak Cumhuriyet’i kurmuştur.

İtirazcılara rağmen millet nazarında mesele Cumhuriyet’in kendisi, Cumhuriyet fikri olmamıştır. Esasen Osmanlı da meşruiyet ve serbest seçim tecrübeleriyle adım adım millet iradesine doğru yürümekteydi. Atatürk, bu ağır ve sancılı yürüyüşü hızlandıran kişi olmuştur.İkinci Abdülhamit’ten; hatta O’nun devrinde İkinci Meşruiyet’ten (1908) sonra Saray’ın idare üzerindeki etkisi iyice azalmıştır. İlk parlamento 1877’de teşekkül etmiş ve ilk çok partili seçim de 1908’de yapılmıştır. Türkiye bunu tekrar yapabilmek için 1946’yı beklemek zorunda kalacaktır. O seçimde oluşan Meclis-i Mebusan, 8 Ağustos 1909’da Kanun-i Esasi (Anayasa) üzerinde büyük bir değişliğe giderek padişahın yetkilerini “sembolik” bir düzeye indirmiştir. Tarihsel olarak, Cumhuriyet’e gidiş Türkiye’nin kaçınılmaz yürüyüşüdür.  

Mesele, yeni devletin rengi

Mesele, Cumhuriyet’in aldığı; daha doğrusu almaya zorlandığı şekil olmuştur. Atatürk ismi üzerindeki tartışmalar da tek parti yıllarının despotluğa varan uygulamalarından kaynaklanmaktadır.

Ölümünün 76. yılındaAtatürk’ü anmanın hala bir gerilimin konusu olması da dönemi ve sonrasında yapılan sosyal, politik ve bilhassa dini hayat üzerindeki tercihlerinin tamamına yakınının tartışmalı oluşudur. Bu tercihler nedeniyle Cumhuriyet demokrasiyle geç tanışmış ve yapısal arızalarını giderememiştir. Demokrasi eksikliği refahı, toplumsal huzuru ve büyük devlet olma imkanlarının kaybını kaçınılmaz kılmıştır. Bir ulus devlet olmaya zorlanan Türkiye’nin cumhuriyetle birlikte tanımladığı etnik ve dini açıdan tek tip yurttaş kalıbı on yıllar sürecek bir gerilime yol açmıştır. Farklılıklar baskı altına alınmış; böyle olunca da rejimin bekçisi millet değil silahlı kuvvetler olmuştur.

Atatürk’ü tartışmak bir ihtiyaç

Yine de asıl mesele bu tartışmalar değil, 2014 Türkiyesi’nin kuruluş ve kuruluşu takip eden yılları tartışma özgürlüğüne saygı gösterilmemesidir. Atatürk ve dönemi bütün yönleriyle konuşulmak ve tartışılmak zorundadır. Devletin kuruluşu ile şekillenmesi arasındaki fark gayet tabii ki sorgulanmalıdır. Atatürkçülük adına on yıllar boyunca yapılanların hiçbirisi savunulamazken, bunları tartışmaya mani olmak beyhudedir. Mustafa Kemal’den sonra bir ideoloji haline gelen Kemalizm’i bugünün dünyasının bütün ihtiyaçlarına cevap veren bir doktrin olarak takdim etmek gerçekçi değildir.

Genç nesillerin önüne Atatürk’ü aşılamaz ve tartışılamaz bir figür olarak koymak da ülkenin hayrına değildir.

Artık yüzleşme zamanı

En önemlisi de bugün siyasal iktidara ulaşma aracı olarak en katı ve dogmatik haliyle Atatürkçülüğe sığınmak akla ve mantığa aykırıdır. Anılmak ve saygı görmek elbette Atatürk’ün ve hatırasının hakkıdır. Ama ülkenin kaderini bir hatıraya bağlamak önce o hatıraya ve o ülkeye saygısızlıktır. Siyasi çaresizlik arttıkça O’nun ismine sığınmak çare değildir.

Her duruma uygun, her fikre uygun bir Atatürk yoktur. Atatürk ve Atatürkçülük, çağlar ötesi bir mesajın kaynağı da değildir. Bu rüyadan uyanmak ve hakikatle yüzleşmek artık ertelenemez bir zarurettir. Yüzleşmenin gecikmesi,Atatürk’ü hatırasıyla değil, gerilimle anılan bir isim olmaya daha fazla mahkum edecektir.