Ateş ve nefretle siyaset yapanlar

Önce Kayseri'de, Suriyelilerin evleri ateşe verildi. Tam bir vahşet ve barbarlık. Göçmenlere yönelik kışkırtma eylemi uygulamaya sokuldu. İnsanları ve evleri yakarak Türkiye'ye yön vermeye çalışan caniler bunlar. Çok geçmeden Türkiye'nin etkili olduğu Afrin'de de buna eşlik edildi. Onlar da Türk bayraklarını yaktılar. İki provakasyon görünürde birbirine karşı ve apayrı olmalarına rağmen aslında birbirini tamamlıyorlar. Irkçılığı, göçmen düşmanlığını ve nefreti körükleyerek kullanan akıl. Bu akıl, çeşitli unsurlardan yararlanarak nefretleri belli bir siyasete transfer ediyor.

Nedir bu siyaset?

Kayseri ve Suriye'deki nefret kusmaları belli bir siyasete yarıyor. Kesinlikle sıradan, kendiliğinden ortaya çıkan refleksler değil. Halka mal edilemez. Halkı ateşleyerek nefretle siyaset yapıyorlar. Nitekim İçişleri Bakanı Yerlikaya'nın verdiği bilgiler de bunu teyit ediyor: "Paylaşım yapılan hesapların %37'sinin BOT; paylaşımların %68'nini ise provokatör amaçlı ve negatif olduğu tespit edildi".

İki eylem de aynı. Çünkü ikisi de savaşçı, güvenlikçi, çatışmacı ve nefretle iş yapan siyaseti temsil ediyor. Bunlar Türkiye'de hem iç siyasette hem de Suriye'de barışa doğru adımlar atma arayışında ortaya çıkıyor. Erdoğan, Esed ile görüşmeden bahsettikten iki gün sonra oluyor.

Savaşa devamdan yana olanlar, bu adımların atılmasına karşı çıkıyorlar. İlginç olan savaşçı ne kadar çok çevre ve ideoloji var! Sol çevreler de bu adımın atılmasından rahatsızlar. DEM'liler de. Muhafazakârlar da anlamakta zorlanıyor.

13 yıldır Suriye savaşı sürüyor. Göçler, yıkımlar, ölümler, bölgesel siyasi parçalanmalar, terör gruplaşmaları... Ne Esed ne de muhalefet egemen hale geliyor. Dengeler değişmiyor. Buna karşın acı ve kan artmaya devam ediyor. Ölüm de yoruldu, acı da. Artık başka bir çıkış şart. Savaşla sonlanmayan bir mesele artık. O zaman barış yolları aranır. Burada savaşanlar tatmin olmayabilir, beklentiler yerine gelmeyebilir. Fakat mükemmel olmasa da ortalama bir barış arayışı en makul tutumdur.

Erdoğan, dogmatik bir siyasetçi değil. 13 yıl önce Esed dedi, şimdi Esad diyor...Siyasetçinin görevi yeni gelişmelere ve pratik gerçekliklere göre gerektiğinden fikrini değiştirebilme kapasitesini ve cesaretini göstermesidir. Erdoğan bunu yapıyor. Bütün eleştirileri ve dogmatik tutumları göze alarak bu adımı atıyor. Barış gelecekse, kan susacaksa, insanlar yeniden evlerinde güven içinde oturacaksa bunlara değer. 13 yılda şartlar değişti. Realiteler farklılaştı. Söylem de eylem de buna göre değişmek zorunda.

Türkiye'de göçmenlerden şikâyet eden çevrelerin bu adımı desteklemesi gerekir. Çünkü yeni bir uzlaşma ve barış sağlanırsa göçmenlerin önemli bir kısmı kendi evine, tarlasına, bağına, dükkânına dönecek. Suriye ve Türkiye diyaloğu yeniden başlayarak, bu kopukluktan doğan PYD terörü ile başa çıkılacak. PKK'nin bizi dışardan çevreleme teşebbüsü sona erecek. Suriye desteği bitecek.

Türkiye'nin kutuplaşma ve çatışma sürecinden çıkmasını istemeyenler, bu provokasyonları dışarıdaki uzantılarıyla beraber yapıyorlar. Daha başkalarını da yapacaklar belki. Fakat beyhude bir çaba. Türkiye artık "barış" eksenli bir döneme geçecek. Özellikle içerde barış siyaseti öne çıkacak. Manipülatör çevreler ve kimi aktörler hala eski alışkanlıklarına bir süre devam etseler de toplum son yerel yönetimlerle beraber bunun işaretini verdi. Huzur ötesine geçildi ve refah toplumu talebi ağır basıyor. Bu da barış siyasetinin ağırlığı anlamına geliyor.

Kayseri ve Suriye'de iş tutanlar, yeni dönemde rollerini kaybedecek kesimlerdir. Göçmenlerin evlerini ateşe verenler en ağır bir şekilde, sıfır toleransla cezalandırılmalı. Ateş ve nefretle, ırkçılık ve çatışmayla kamuoyu üretiminin peşinde olanlar kaybedecek. Milletin sağduyusu, barış ve huzur kazanacak.