Savaşları yok edeceği sanılıyordu; savaşmak hırs ve arzularını, savaş yöntemlerini tahmin edilemiyecek boyutlara taşıdı, geliştirdi.
Evet, çok korkunç ve vahşî bir bombadan söz ediyoruz.
6 Ağustos ve 9 Ağustos 1945 tarihleri, son yüzyılın en büyük facialarının yaşandığı iki önemli gün.. Atom Bombası’nın beşer tarihinde ilk kez kullanıldığı ve Japonya’nın (hiçbir askerî birliğinin bulunmadığı bilinen) Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atılan atom bombasıyla, ilk anda 300 bin, sonrakilerle birlikte yüzbinlerce, hattâ milyonu aşkın insanın kavruluş ve milyarlarca insanın da rûhen esir alınış trajedisi..
O dönemde özellikle de Uzak Doğu’nun savaş alanlarında bulunmuş olan ünlü fr. mütefekkiri André Malraux, ‘Atom bombası kullanan bir medeniyet, insanî değildir!’ demişti. Düzeltelim; o barbarlıktır, medeniyet değil!.
Bazı bioloji bilginleri de ‘Çok derin aşk, muhabbet, nefret, düşmanlık ve korku gibi duygu taşkınlıklarının ve kırılmaların yaşandığı toplumlardaki insanların kromozomlarında, genlerde bünyevî değişimler, mutasyonlar olabileceğini ve bunun nesillerden nesillere intikal edebileceğini’ ifade etmişlerdir.
Nitekim, Atom bombası gibi korkunç bir silâhın tahribatını görüp ona sahib olmayı ve o sâyede zafer kazandığını ve gücün zirvesinde olduklarını düşünen ve gücetaparlığın bütün hallerini yaşayan Amerikan toplumunun da genlerine kadar sinmiş olan o tekebbür ve hattâ ‘megalomani’ ve firavunluk duygusunun, onlara, kendilerini ‘yarı tanrı’ sanmak gibi ruhî açmazlar verdiği ortada..
1995 yılında dönemin Amerikan Başkanı Bill Clinton’a, ‘Mr. Başkan, siz Atom Bombası kullanan nesilden değilsiniz, hattâ, onun kullanılmasından sonra, 1946’da dünyaya geldiniz. O korkunç bombanın kullanılışının 50. Yılı’nda insanlıktan Amerika adına özür dilemek şerefi size nasib olsun!’ dediklerinde, o bu davete önce sıcak bakmıştı.. Ne de olsa, 1965’lerde Amerikan emperyalizminin Vietnam’daki kanlı Savaşı’nı protesto eden gençler arasında olmanın izlerini taşıyordu.
Ama, o, artık o emperyalist sistemin başında bulunuyordu. ‘Ama, o bomba kullanılmasaydı, belki de milyonlarca insan daha ölecekti!’ gibi te’villere tutunup, özür dilemekten kaçındı.
Şimdi.. 75 yıl geriden bakıldığında savaşı durdurmak için Atom Bombası’nın kullanılması gerçekten de, gerekli miydi?
Hayır!
Çünkü, yerle bir olan Hitler Almanyası, 8 Mayıs 1945 günü, kayırtsız-şartsız teslim olmuştu.
Japonya ise, ‘Güneş Tanrısının Oğlu’ diye kutsadıkları imparatora hiçbir zarar verilmeyeceğine söz verilmesi şartıyla, savaşı durdurabileceğini bildirmek üzere eski bir Japon Başbakanı’nı Moskova’ya gönderiyordu.
Stalin Sovyet Rusyası, kapitalist Amerika’nın müttefikiydi savaşta.. Ve barışın tesisinde son noktayı koyması, Stalin’i daha da güçlendirecekti. Çünkü, 1905’da gemilere binip Rusya sahillerine çıkarak Rusya’ya ağır bir yenilgi taddırmış olan Japonya, 40 sene sonra şimdi Rusya’dan yardım dileniyor durumundaydı.
Bu tablo da Amerika için hiç sevimli değildi.
Amerika, barışı, başkasının yardımıyla değil, bütün dünyayı da şoke edip esir alacağını düşündüğü ve elinde henüz denenmemiş olarak duran ‘atom bombası’yla, yani karşı konulamaz gücüyle elde etmek istiyordu.
B. Amerika’nın 1933’den beri iktidarda olan tekerlekli sandalyeli başkanı Roosvelt, savaşın son aylarında vefat etmiş ve yerine Başkan Yard. Harry Truman, geçmişti.
Truman, ‘çok ince ve humanist’ düşünceli bir kişiydi (!?)
Nitekim, 6 Ağustos 1945 sabahı, bir savaş gemisinin güvertesinde sabah törenini izlemiş ve o sırada bando takımından bir astsubayın serçe parmağının kırılmasından çektiği acı yüzü hatlarına yansınmıştı.
Truman, o sabah, güvertede, şezlongunda yarı uzanmış vaziyette gazetelere göz atıyordu. O sırada heyecanla beklediği haber verildi kendisine..
Başkan’ın günlük söz ve hareketlerini kaydetmekle vazifeli sekreteri, verilen haber üzerine Truman’ın, bünyesinden güçlü bir elektrik cereyanı geçmişçesine ve havaya fırladığını yazmıştır. Çünkü, haber, beşer tarihinin ilk atom bombasının Hiroşima üzerine başarıyla atıldığını bildiriyordu.
O ilk anda, Hiroşima’da 100 bine yakın sivil insan bir anda kavrulmuştu.
Ve ‘çok ince ruhlu , hümanist düşünceli’ Truman, çok insanî (!) bir hassasiyet ve tevâzu (!) ile, savaş gemisinin revirine giderek, serçe parmağı kırılan assubayı ziyaret etmek ‘büyüklüğü’nü gösteriyordu.
Dünya ise, Hiroşima’da ne olup bittiğini anlamaya çalışırken, konu iyice anlaşılsın diye, 3 gün sonra 9 Ağustos’ta da Nagazaki, Hiroşima’nın kaderini paylaşıyordu.
İlginçtir, ilk bombayı atan pilot, ne yaptığını sonra öğrenmiş, insanî vicdanına yenik düşmüş, aklını yitirmiş, 1967’de bir akıl hastanesinde ölmüştü.
İkinci pilot ise, ‘Bugün olsa yine aynı şekilde yarardım..’ demişti.kı
İkisi de sûreten insandı, ama, birisinde en azından bir vicdan olduğu, diğerinin ise Truman’dan farkının olmadığı açık..
Amerika artık karşı konulamaz bir güçtü..
*inlerinin
‘Afro-Amerikan’ kökeniyle ilk siyahî başkan olan Barack Hussein Obama ilk Başkanlık aylarında, 2009’larda, İstanbul ve Prag’da yaptığı konuşmalarda, ‘Birilerinin elinde nükleer silâh varsa, başkaların elinde olmamasını istemenin bir mantığının olmadığını’ söyleyebiliyordu, haklı olarak.. Ama, onu o makama oturtan sistem, sonra o sözünü bir daha etmemesini sağlamıştı.
Ve bugün, bu korkunç nükleer silâhlar resmen 9 ülkenin daha elinde var.
Olmayanlar da, paraları yetmediğinden yapamıyorlar; yoksa, teknolojik yetersizlikten değil..
Bugün, başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere, ellerindeki nükleer silah bulunan devletlerin hemen hepsi de, düşmanlarının ve hattâ bütün insanlığın kendileri karşısında eğilmek zorunda oldukları duygusuyla daha bir firavunlaşmaktalar..
Hiroşima ve Nagazaki’nin, Keşmir’in, Filistin’in, Cezayir’in, Afganistan’ın, Halebçe’nin, Bosna’nın, Kosova’nın, Çeçenistan’ın, Vietnam’ın, Karabağ’ın , Suriye’nin, Irak ve İran’ın ve Moro’nun, Kamboçya’nın, Yemen’in ve Ruanda’nın günahsız -milyonlarca yüzbinlerce çocuklarının ve daha nice yerlerdeki, kadın-erkek, mâsum ve savunmasız sivil milyonların hâtırası önünde eğiliyor; Truman, Stalin, Churchill, Hitler, Mussolini ve daha nice zamâne fir’avunlarına ise lânetlerimi tekrarlıyorum.
Mazlumların ‘âh’ı, nice firavunların saraylarını başlarına yıkmıştır; bu ezelî sunnetullah devam edecek ve mazlûmlarla zâlimlerin hesaplaşması, geçmesi olmayan bir Hesab Günü’nde de görülecektir.