“Avrasya Baharı”na doğru...

Ortadoğu’nun kaynayan cephelerindeki son durum, önümüzde, 2020’li yıllara kadar uzanan bir süreçte bölgeye beklenilen istikrarın gelmeyeceğini gösteriyor.

Özgürlükler ile istikrar arayışının çatıştığı her alanda bunu yaşayacağız. Mısır Devrimi olarak tarihe geçen “Tahrir Ruhu”nun geldiği nokta ortada... Kahire’ye yaptığım son ziyaretten sonra net olarak belirtmiştim. Yüzde 24’ü okur-yazar olmayan, yüzde 80’e yakın nüfusu da fakirlik çizgisinde yaşayan bir ülkede “istikrar” dediğimiz kavrama kolay ulaşamazsınız... Tahrir’de Hüsnü Mübarek’i deviren yoksullar, sabırsızdır. Yaşamlarının bir an önce değişmesini, arzu ettikleri varlıklara kavuşmayı beklerler, ki, dünyada henüz bu sihirli formülü bulabilen bir sistem yok!..

Belli oldu, Beşar gidiyor. Rusya’nın Amerika ile ortak çözüm arayışına oturması bile, bu sonu görmek için yeterli... Beşar gittikten sonra Suriye’de her şey düzelecek mi?

Hayır!..

Yıkılmış, zaten fakir bir ülkenin ayaklarının üzerine dikilmesi ne kadar zaman alır, tahmin bile edemeyiz... Zengin petrol yataklarına karşın, Irak’ın durumu ortada...

Saddam gitti, ama kavga, görüyorsunuz bitmedi... Bakın, Kıbrıs Rum Yönetimi, hem de çok arzuladığı, Türkiye’ye karşı binbir manevrayı gerçekleştirmeyi planladığı Avrupa Birliği dönem başkanlığında iflas ediverdi... Şimdi ne yapacak komşularımız? Üzerlerindeki olumsuz görüntüyü ortadan kaldırabilmek için İzlanda gibi yeni bir isim arayışına mı girişecekler?

İflastaki Yunanistan ile Rumlar, Avrupa Birliği, IMF ve Dünya Bankası ile pazarlık masasına, Ege ve Doğu Akdeniz’de var olduğu belirtilen zengin doğal gaz yataklarına yaslanarak oturmak istiyorlardı, Deutsche Bank, son yayınladığı raporunda, “Bu doğalgaz öyküsü uzun bir iş, üstelik ispatlanırsa...” diyerek bütün yelkenlerin suya inmesine neden oldu. İflas noktasındaysanız, uzun vadeli kredi bulamazsınız, “muhtemel” bir doğalgaz öykünüz olsa bile... Geçelim...

Avrasya üzerine oyun...

Yeni kaynama hattının coğrafyasını aslında, Rusya lideri Vladimir Putin’in geçtiğimiz ekim ayında bir gazeteye, “Avrasya Birliği” başlığıyla yazı yazması çizdi. Putin, Doğu Avrupa ile eski Sovyet Cumhuriyetleri arasında, ekonomi zeminli bir Avrasya Birliği’nin kurulmasını öngören planı deşifre ediyordu... Belarus, Kazakistan, Ukrayna, Rusya ile birlikte bu birliğin ana zeminini oluşturacak, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan da katılacaktı...

Bu “plana” beklenen Amerikan tepkisi, 6 Aralık günü, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Dublin’de yaptığı konuşmayla geldi. Clinton açıkça, Avrasya Birliği çalışmalarını, “Sovyetler Birliği’ni yeniden yapılandırmak” olarak algıladıklarını söyledi. Bununla da yetinmedi, Avrasya coğrafyasındaki eski Sovyet hakimiyet alanlarında, insan haklarına saygı göstermeyen, siyasi muhaliflerini ezip geçen yeni tür diktatörlükler kurulduğunu, bundan da esas olarak Rusya’nın sorumlu olduğunu vurguladı. Clinton, isim vererek Rusya, Ukrayna, Belarus ve Türkmenistan’ı hedefe oturttu... Nedense, Afganistan konusunda kendilerine stratejik destek veren İslam Kerimov’un Özbekistan’ını anmadı, ama anlayan anladı...

Dünya çalkalanırken...

Rusya liderinin sözcüsü Dimitri Peskov her ne kadar, Amerika’nın “Avrasya Birliği” çalışmalarını yanlış anladığını söylese de, ortaya çıkan durum bellidir:

Washington, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından bu yana, ülkelerini yöneten ve iktidardan gitmeye de pek niyetli gözükmeyen karakterlerden rahatsız... Avrasya’da “istikrar” için “özgürlükleri” kısıtlamayı (ki bunların hepsi, siyasi meşruiyetlerini, radikal dini akımlar ile amansız mücadeleye dayandırmış durumdalar) tercih eden yönetim anlayışı ve bu anlayışın 20 yıllık portreleri belli ki göze batıyor... Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından bu yana, eski Sovyet cumhuriyetlerindeki yönetim kadrolarının hiç değişmemiş olması dikkat çekiyor...

Ortadoğu’da, 30-40 yıllık “istikrar yönetimlerinin” yıkıldığı bir dönemde, Avrasya’nın derinlikleri ne olacak? Clinton’un açıklaması, Batı’nın, dünyanın, “katılımcı demokrasiler” ile “otokratik demokrasiler” arasında ikiye bölünmesine ve yeni bir “Soğuk Savaş” modelinin doğmasına sıcak bakmadığını göstermesi bakımından önemli...

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Suriye konusunda arka arkaya iki kez yaşanılan Rusya ve Çin vetoları, sanırım Batı’lı başkentlerde her şeyin değişmesine neden oldu.