Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporu

Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği’nin hem yetkili bir organı hem de farklı siyasi görüşleri temsil ettiğinden Avrupa’nın nabzı niteliğinde. Türkiye’nin üyelik sürecinde ne kadar yol aldığını tartışan bu kurumun hazırladığı rapor, Avrupa Komisyonu tarafından kaleme alınacak nihai rapor üzerinde de etki oluşturuyor.

Bugüne kadar AP’nin Türkiye ile ilgili raporlarında çok az olumlu cümlelere rastlanırdı; genelde eleştiri dozu yüksek olan içerik Komisyon raportörü tarafından yumuşatılırdı. Bu seneki raporda da gayet tabi eleştiriler bulunuyor, ancak dikkat çekici bazı ‘iyileşmeler’ söz konusu. Bu durum bize Avrupa kamuoyunun bakışında değişim olduğunu ve AB’de Türkiye lehine bir iradenin iyi kötü oluşmaya başladığını gösterdiği gibi Türkiye’nin de ‘ilerlediğini’ gösteriyor.

105’e karşı 451 oyla kabul edilen rapora göre 4.Yargı Paketinin Meclis’ten geçmesi, yabancılarla ilgili yasanın çıkması ve Çözüm Süreci bizler gibi AP tarafından da son derece olumlu adımlar olarak görülüyor.

AB yakası

Şunu belirtmek gerekir ki, Parlamento’da Türkiye konusu ele alındığında her zaman sert tartışmalar oluyor; bu sefer de böyle oldu. İfade özgürlüğü, özellikle Fazıl Say’a verilen ceza ile kronik ve klasik Kıbrıs konusu bu tartışmaların odağına oturdu. Türkiye’deki kamplaşmaların, konu Türkiye olduğunda AB kurumlarında da gözlendiği söylenebilir. AP Türkiye raportörü Hollandalı Hıristiyan Demokrat Ria Oomen Ruijten, bu durumu ‘Türkiye’den konuşunca insanın hiç canı sıkılmıyor’ diye açıklamış.

Oysa Türkiye’nin bu konularla eğlendiğini sanmıyorum. Türkiye, bu sorunları, özellikle de ifade özgürlüğü sorununu arkasında bırakınca eğlenecek; gereksiz davalarla sicilini karalayacak olaylara imza atılmayınca rahatlayacak.

Tartışma konularından birisi de PKK’nın ismi üzerine yapılmış; bu Türkiye’de de yapılıyor. Terör örgütü denmeli mi denmemeli mi tartışması, muhtemelen örgütün ne oranda meşru görüldüğünü anlamaya yönelik sihirli bir sözcük olarak kullanılıyor. Teröre başvuran herkese terörist, bu işi örgütleyene de örgüt denir; ama mesele başka.

Neyse ki Parlamento raporu, terör kısmına vurgu yapmış ve çözüm sürecinin de desteklenmesi gereğini vurgulamış. Yani Avrupa’da bu örgütü desteklemeyenler varsa, vazgeçsin denmiş.

Türkiye yakası

Rapor nihai olarak müzakere çerçevesinde beş başlığın açılması yönünde tavsiyede bulunmuş. Yani yapılanlar ve yapılamayanlar ancak beş başlık açabiliyor. Umalım ki üye devletler bu çağrıyı dikkate alsın ve yeni başlıkların açılmasıyla Türkiye-AB ilişkileri yeniden canlansın.

Bu canlanmanın Türkiye demokrasisine de katkısı olacaktır. ‘Bize demokrasi gibi batılı emperyalistlerin uydurması işler gelmez’ diyen sosyal bilimler hocaları bulunan üniversitelere sahibiz ve tam da bu noktada AB süreci son derece acil gözüküyor.

Sürecin canlandırılmasının acil olduğunu ortaya koyan bir diğer gerçeklik de Kosova ile Sırbistan’ın anlaşmaya varmış olmaları. Bu ikisi Türkiye’den önce üye olabilir; AB’nin önceliği Balkanlar’da ve bu iki ülkenin sorunları daha rahat sindirilebilir. Bu durumda Türkiye’nin üyeliğine karar verecek ülke sayısı artar, Türkiye bu iki ülkenin onayını almak için de çaba sarf etmek zorunda kalır.

AB’nin müzakere başlıklarının en azından bir kaçını açması önemli; ancak daha fazlasını zorlamak Türkiye’nin elinde. Hak ve özgürlükler alanında daha hızlı ve kapsayıcı adımlar atılabilir. Bunlardan imtina etmenin toplumda da karşılığı bulunmuyor; artık Türkiye’de birçok kesim ‘daha fazlasını’ istiyor; istemeyen azınlık ise bağırıp çağırma faaliyetlerinin Türkiye yararına olduğunu sanmaya devam ediyor.