Avrupa semalarında ırkçılığın hayaletleri

Sadece Hollanda’da Geert Wilders değil mesele, Fransa'da Le Pen, İngiltere'de Farage ve birçok batı ülkesinde desteği artan bir ırkçı rüzgâr ile karşı karşıyayız. Anlaşılan Avrupa kültürünün altın demokratik çağı çoktan mazide kalmış gibi. Jacques Derrida, Jacques Lacan, Claude Lêvi- Strauss, Louis Althusser, Roland Barthes ve Michel Foucault gibi öncü demokrat insanların ölümlerinin üstünden bir hayli zaman geçti.

Aradan geçen zaman içinde bu fikir ana babalarının düşünsel tutku ve özgünlüklerine yaklaşabilen pek bir şahsiyet de yetişmedi. Bu düşünürlerin ürettiği düşüncelerin çoğu sahip oldukları eşsiz değeri hala korumaktadırlar. Ama bugünlerde Avrupa’da Fransız felsefesine duyulan ilgi yerini Fransız öpücüğüne gösterilen teveccühe bıraktı. Irkçı Avrupa’nın odağındaki beden artık, açlık çeken beden değildir, çalışan beden değildir.

Nereden nereye?

Demokratik değerlerin şampiyonluğundan, ortaçağ karanlığının ırkçılık dehlizlerine evrilen bir Avrupa. Acı ama gerçek. Esasında ırkçı fikirlerin anayurdu her tarihsel dönem için Avrupa oldu. Beyaz adamın hasır şapkalı sömürgeci "Efendi" figürü kıta Avrupasının bir ürünüdür. Köleci dönemden kalma ırk ayrımcılığı, ilkin Avrupa'da siyasal sistemin hukuk formlarından birine dönüştü.

Yeni Dünya Amerika'ya göç eden Avrupalılar beraberinde ırkçı önyargılar ve ırkçı hukuk sistemini de taşıdılar. Bu bakımdan Amerika'daki ırkçılığın babası Avrupa'dır demek, Avrupa'ya iftira atmak demek değildir.

Bugünlerde artık iyiden iyiye yaşlanan ortalama Avrupa nüfusu, demokratik değerlere sırtını dönerek ırkçı, ayrımcı zihniyetin yelkenlerini Kuzey rüzgarları ile şişirme gayreti içinde. Demografik yapılarının değişmesinden şeytan görmüş gibi ürküyorlar. Göçmen nüfusunun artan grafiği ve mülteci insanların Avrupa kapılarına gelip dayanması, adeta uykularını kaçırmış gibi duruyor.

Avrupa'da yükselen ırkçı ayrımcı ideolojinin temel dayanağı göçmenler ve yeni mültecilerin varlığıdır. Daha doğrusu kadim "doğulu" nefretinin üstüne eklenmiş olan islamofobi, meseleyi düpedüz ırkçı kulvarlara sürüklüyor. Demokratik değerlerden çözüm devşirme yeteneğini kaybeden Avrupa, bildiğim kaba saba "yasak hemşerim" siyasetinin ipine sarılıyor.

En başından beri gizlemek ve maskelemek için binbir takla attırdıkları "oryantalist" bakış açısını şimdilerde açıkça ayrımcılık sosuyla tatlandırarak herkese yedirmeye çalışıyorlar. Kibir, üstten bakış, küçümseme, ötekileştirme ve başöğretmen edası artık kesmiyor. O nedenle doğrudan doğruya yasakçı bir zihniyetle, demokratik değerleri delik deşik etmekte bir sakınca görmüyorlar.

Avrupa'nın bu yüzü asla kabul edilemez. Ve esasında da Bütün Avrupa da bundan ibaret de değil. Nitekim İsveç hükümetinin gösterdiği hassasiyet her türlü takdirin üstündedir. Bizim için önemli olan demokratik Avrupa değerleridir. Ana halka budur. Yozlaşan Avrupalı siyasetçiler ve ırkçılıkla kol kola gezinen diğer Avrupalı kesimler elbette ilgi odağımıza girmeyi başaramazlar.

Burada önemli olan Avrupa'nın hem en kötü yüzünü görmek hem de en iyi yüzünü hiçbir komplekse kapılmadan takdir etmeyi ihmal etmemektir.