Avrupa'nýn en genç ülkesinde bir gün

Balkanlar, bizim eller. O kadar yakýn olmamýza raðmen yeterince tanýmadýðýmýz topraklar. Kosova’da bir gün geçirdim, tadý damaðýmda kaldý. Geçmiþte yaþadýklarý onca acýya raðmen yürekleri geniþ insanlarla dolu bir ülke.

Yolcu yola revan olduðunda, arkasýndan sadece anasý dua okur. En çok o endiþe eder akibetinden evladýnýn. Nerede? Ne yapýyor? Telaþlý ana dualara tutunur. Bir tek evladýndan gelen mesajlar, arayabilirse telefonlar rahatlatýr onu. Her an haber almak ister, memlekete ayak bastýðýný öðrenene kadar. Ancak o zaman sakinleþir. Olduðun yerden, yani memleketinden, yani alýþtýðýn düzenden, evinden baktýðýnda dünyanýn geri kalan her yeri ‘öte yan’dýr, herkes ‘öteki’dir. Ana hep korkar ötekinden. Evladýn hayat boyu yolculuk yapmýþ olmasý, deyim yerindeyse dünya yollarýnda kaþarlanmasý dahi sakinleþtiremez anayý.

Bu hafta size anlatacaðým insanlarla -ki adlarýný dahi bilmiyorum- konuþmamýz birkaç dakikayi geçmedi. Bildik þeyler iþte: “Nereden gelip nereye gidersin, bizim elleri beðendin mi?” Fazlasý gelmez. Bazen de bir baþlarsýnýz sohbete, uzar da uzar. O gün için yaptýðýnýz planlar altüst olur. Olsun, ne gam! Onlarca kentin sokaklarýnda dolaþmýþ, müzelerine gitmiþ, yemeklerini tatmýþsýnýzdýr zaten. “Bundan sonra yapýlacak iþ, kalbi daha çok insanla, dostluk, sevgi ve unutulmaz anla doldurmak” dedirten, o insanlarýn bir cümlesidir bazen.

DEDELERÝN DUASI

“Allah’a emanet ol” dedi Prizren sokaklarýnda konuþtuðum dedeler. Ýlk onlar dedi. Kosova’da sadece bir tek gün geçirecektim. Üsküp’ten gelip Podgorica’ya gidiyordum. Tanýyacak denli uzun süre kalamayacaktým çünkü zamaným azdý. Ýki çekim gezisi arasýna kýsa bir Balkan gezisi sýkýþtýrmýþtým, nefes almak adýna. Bir günlüðüne de olsa iyi ki gelmiþim diyecektim, her “Allah’a emanet ol” sözünü duyuþumda. Sadece anamýn dua ettiðini sanýrdým arkamdan, oysa Kosovalý dedelerle amcalarýn duasý içime serin sular serpip duruyordu. Onlar sevgiyle kucak açtýkça gözümde devleþiyor, bense bu yüreði geniþ insanlara sadece bir gün ayýrdýðým için küçüldükçe küçülüyordum. Oysa Kosova sancýlý bir geçmiþten gelip kendine bu dünyada yer açmaya çalýþan yorgun, umutsuz insanlarýn vatanýydý ve en çok onlar hak ediyordu kucak açýlmayý, sarýp sarmalanmayý.

Sadece beþ yýl önce, 17 Þubat 2008’de baðýmsýzlýðýný ilan etmiþti Kosova. Aile evinden izinsiz kaçan asi genç tavrý Sýrbistan’ý çok kýzdýrdýysa da bugün artýk yüze yakýn ülkenin tanýdýðý, geleceðe ümitle bakmak isteyen bir cumhuriyet. Avrupa’nýn 50’nci ve en genç ülkesi. Prizren belediye binasýnýn ön yüzünde Kosova’yý tanýyan ülkelere kendi dillerinde teþekkür ettikleri devasa bir pano var. Ýnsanýn tüylerini diken diken ediyor. Kosova’yý ilk tanýyan ülke hangisi biliyor musunuz? Ýçinizden Türkiye demek geliyor biliyorum. Elbette Türkiye de ilk ülkeler arasýnda ancak “Kosova baðýmsýz bir ülkedir, varlýðýný kabul ediyorum” diyen ilk ülke Kosta Rika. Ardýndan ABD, Türkiye, Ýngiltere, Afganistan, Arnavutluk... Sonrasý zaten çorap söküðü gibi geldi. Yunanistan, Sýrbistan ve Rusya’ya göre Kosova hala Sýrbistan’a baðlý özerk bir bölge ancak Afrika’nýn tamamý ile çoðu Asya, Amerika ve Avrupa ülkesinin tanýdýðý ülke, 10 Eylül 2012 itibariyle ‘gözetimli baðýmsýzlýk’tan da kurtuldu.

SANKÝ OSMANLI KASABASI

Prizren’de çok kalamayacaktým. Ertesi sabah 8’de yola çýkmak zorundaydým çünkü Podgorica’ya her gün tek bir otobüs gidiyordu. Zamanýmý iyi deðerlendirmek zorundaydým anlayacaðýnýz. Tipik bir Osmanlý kasabasýndaydým. Defterime “Geliþmeye, toparlanmaya çalýþan bir yer Kosova. Savaþýn yaralarýný sararken bir yandan da baðýmsýzlýðýný mümkün kýlmaya çalýþýyor” diye yazmýþým. Sokaklarda yürürken Türkçe adlara, Türk markalarýna, Türk diline rastlayýnca insan kendini memleketinde sanýyor. Merkezinin nüfusu 180 bin. Eski kent merkezinin göbeði Þadýrvan denilen meydan. Ortadaki çeþme insana huzur veriyor. Sanki halkýn buluþma yeri bu çeþme. Etrafýnda kafeler, dondurmacýlar, restoranlar. Ben de zaten hemen meydandaki Bekrim Restoran’a oturdum. Güzel bir sebze çorbasýyla içimi ýsýtýp peynirli yeþil salata ile közlenmiþ biber salatasýndan oluþan sade yemeðimi yerken etrafý seyrettim. Aðustos ayýnda Prizren’de Dokufest adýnda uluslararasý bir belgesel ve kýsa film festivali düzenleniyor, festival sýrasýnda þehir pek kalabalýk oluyormuþ, ekim ayýnýn son günlerinde ise ortalýkta kentlilerden baþka kimsecikler yok.

YABAN ELLERDE DEÐÝLSÝNÝZ

GünEÞ batýp hava serinleyince veda ettim Prizren’e. Ertesi sabah erkenden yola çýkmak durumundaydým. Kaldýðým evde bir þeyler hazýrlamaya çalýþmak yerine börek ve çayla kahvaltý etmek cazip geldi. Otogara yürürken önceki gün gözüme kestirdiðim börekçiyi buldum. Kahvaltýlýk böreðimi sardýrýp yakýndaki çaycýya uðradým. Tazecik demlenmiþ çay, ince bellide. Yanýnda börek. Benden mutlusu yok. Hemen parasýný ödeyip yola düþeyim derken “Parayý çantana koy, sen misafirsin!” dedi çaycý. Teþekkür etmekten baþka çarem yok. Ayrýlýrken ekliyor, “Allah’a emanet ol!” Otogardaki görevliyle önceki gün konuþtuðum için beni tanýyor. Çantamý iki dakika alýyor emanetine. Tuvaletleri temizleyen çocuða sesleniyor, “Ýbrahim, misafirden para alma.” Teþekkür ettiðim emanetçi, “Yok bir þey” diyor. Kosovalýlarýn ‘Rica ederim’i böyle bir þey. Otobüs hareket eder etmez müzik baþlýyor: “Aslan yari aslani...” Yaban ellerde deðilim diyeceðim içimden. Kosovalý dedelerin dualarýyla yeni güne tutunacak, yolda olmanýn garip huzuruna býrakacaðým kendimi...