Pek yapageldiðimiz bir þey deðil Avrupa ülkelerindeki insan haklarý ihlallerini kritik etmek ve raporlamak. Avrupa ülkeleri söyler biz kendimizi düzeltiriz genelde. Avrupa Birliði tam üyelik süreci böyle iþledi. 2000'lerin baþýndaki Türkiye'yi ve AK Parti iktidarýnýn ardýllarýnýn baþýna gelenleri düþününce doðrusu AB çýpasý, demokratikleþme adýmlarý atabilmek için pragmatik bir tutamak noktasýydý. Avrupa ve Amerika'nýn AK Parti ve Erdoðan'a desteði de pragmatik bir gerekçeye dayanýyordu. Türkiye'de siyaset kurumu çökmüþ, ekonomi alt üst olmuþ ve bu vasatta iktidarý ele alan aktörle yakýn iliþkide olmak akýllýcaydý.
Ne zaman ki Erdoðan'ýn Batý'nýn dümen suyuna girmeyeceðine, kendi ajandasý olduðuna kanaat getirildi, Türkiye'yi düþman, Erdoðan'ý diktatör gösteren küresel bir kampanya baþladý.Bu süreçte Avrupa'nýn terbiye edici dili giderek sertleþti, suçlayýcý, mahkum edici bir hal aldý. Basýn özgülüðünden, tutuklu gazeteciler bahsinden, insan haklarý ihlallerinden, muhalefetin sindirilmesinden dem vurmaya baþladýlar. 15 Temmuz'daki vahameti, o gece TBMM'nin bombalandýðýný, Cumhurbaþkanlýðý Külliyesi'nin hedef alýndýðýný, Cumhurbaþkaný'na suikasta kalkýþýldýðýný ve 250 vatandaþýmýzýn katledildiðini görmeyip FETÖ'cülere iþkence edildiði yönünde rahatsýzlýk beyan etti Avrupa Birliði makamlarý.
Egemen bir devletin topraklarý içinde "kurtarýlmýþ bölge" oluþturup silahlý kalkýþma tertip eden PKK'nýn eylemleri hakkýnda güçlü bir tepki konulmazken üstüne üstlük Avrupa'nýn resmi kanallarý PKK güzellemesi yapan belgeseller yayýnladý. Türkiye'nin DEAÞ'a yardým ettiði yalaný ise aralýksýz tekrar edildi.
Tüm bu vasatý çevreleyen söylem ise Cumhurbaþkaný Erdoðan'ýn 'yola gelmemesi', 'ehlileþmemesi', 'boyunduruk altýna girmemesi' onlarýn kelimesiyle diktatörleþmesiydi. Sonra þunu gördük; Avrupa'da aþýrý sað, ýrkçý-faþist siyasetler ve aktörler yükseliþe geçti. Türkiye karþýtlýðý Avrupa'nýn iç siyasetine malzeme edildi ve Müslüman Türkler Avrupa'da "istenmeyen" olarak kodlandý.
***
Bugüne kadar hep savunmada kalan, suçlamalara karþý "Hayýr öyle deðil böyle" diyerek savunma üreten, dolayýsýyla Avrupa ülkelerinde insan haklarý ihlalleri ile alakadar olmayan bir Türkiye vardý. Avrupa'daki yabancý düþmanlýðý, anti-semitizm gibi bilinen baþlýklar daha ziyade Batý merkezli sivil kurumlar tarafýndan gündeme getirilir ve Ýslam karþýtlýðý asla raporlara girmezdi.
Avrupa deðerleri diye ezberletilen çokkültürlülük ve toleransýn giderek aþýndýðý ve Ýslam düþmanlýðýnýn en baþat politikaya dönüþtüðü bir vasat var þu an Avrupa'da. Türkiye pek çok konuda olduðu gibi bu alanda da etkin bir pozisyon alýyor artýk. Üniversitelerimiz Avrupa ülkelerinde insan haklarý ihlallerini raporluyor, Batý'da akademik kariyer yapan insanlarýmýz, Türkiye çalýþýp bulunduklarý ülkelere akademik bilgi servis etmek yerine o ülkeleri çalýþýp Türkiye için girdi üretiyor.
Pazartesi günü Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde Prof. Dr. Nuri Týnaz baþkanlýðýnda hazýrlanmýþ olan Fransa'da Müslümanlara Yönelik Ayrýmcýlýklar: 201572016 Yýllarý Ýzleme Raporu'nun sunumunu takip etme fýrsatým oldu. Avrupa'nýn en fazla Müslüman nüfusa sahip ülkesi olan Fransa'da 2015 ve 2016 arasýnda önceki yýllara göre Müslümanlara yönelik hak ihlallerinde dramatik bir artýþ gözlenmiþ. Tamamen Fransa basýný taranarak ve orada mukim sivil toplum kurumlarý ile irtibat halinde örnek vakalar incelenerek hazýrlanmýþ olan rapor, Avrupa'daki genel eðilimi yansýtýyor. Fransa özelinde bir de iþin içine katý laiklik uygulamalarý giriyor ve son tartýþmalarda olduðu gibi iþ Milli Eðitim Bakaný'nýn "Baþý örtülü annelerin çocuklarýný okuldan almaya gitmemeli çünkü burasý kamusal alan" demesine kadar varabiliyor.
Benzer þekilde Sabahattin Zaim Üniversitesi Hollanda, Sakarya Üniversitesi Almanya'daki hak ihlalleri ile ilgili raporlama yaptý. Gazeteciler için de önemli bir kaynak niteliði taþýyor bu üç rapor.