Ay resmen devrim!

Emin değilim ama evrim deyince Türkiye insanının aklına ilk olarak Darwin ve teorisi geliyor olabilir. Ama kelimenin popülerleşmesini sağlayanın, insan varoluşunun MEB müfredatında nasıl yer alacağı tartışmalarından çok, kendini evrim teorisini çürütmeye adayan Adnan Hoca olduğuna bahse girebilirim.

Neyse yaratılış değil zaten bahis konumuz.

Siyasi ekonomik toplumsal gelişmeler üzerinden Türkiye’nin geçirdiği dönüşümün niteliği. Devrim mi evrim mi olduğu.

Ben yaşadığımız dönüşümün evrim olduğunu düşünen ve bunu sağlıklı bulanlardanım.

Yüklenen bütün pozitif anlamlara değerlere, şiirlerle filmlerle örülen romantizme rağmen karşıt görüşünü ikna etmeyi değil yok etmeyi, susturmayı bastırmayı, yapmadan önce yıkmayı, ölmeyi ve öldürmeyi öngörür çünkü devrim. Devrim sonrası inşa edilecek yeni düzen ölü bedenler üzerinde yükselecek, buna kutsallık atfedilecek, eleştirmeye cüret eden bedelini ödeyecektir. Kansız devrim yoktur.

Kanlı devrim, cici motto

Gezi sürecinin daha başlarında, Taksim işgali zamanlarında bir pankartı süsleyen “Ay resmen devrim!” cümlesi daha sonra da sıkça kullanıldı. Devrimlerin sert gerçekliğinden uzak facebook romantizmine yakın bir bakışın bir mucizeye tanık oluş tepkisi olarak pek şirin bulundu, yerli yersiz her yere taşındı.

Barikat kurup ortalığı ateşe vermeyi de kapsayan eylemlerin kamufle edilmeye, hak arama aracı olarak kullanılan şiddetin şirinleştirilmeye ihtiyacı vardı çünkü.

Bu esnada yaralananlar, ölenler oldu.

Ama olsundu bu anlayışa göre.

Şehidi olmayan devrim mi olurmuş!

Bu arkadaşların, ölen her canın kendilerini devrime bir adım daha yaklaştırdığına inanmalarından daha vahim olanı ise Gezi sürecinde bir şekilde kapsama alanlarına düşen gençlere mütemadiyen “ölmeyi göze almayan özgür olamaz, devrimi hak etmez” demeleri.

Devrim dedikleriyse, sandıkla gelen iktidarın kana bulanmış siyasi toplumsal bir kaosun girdabında yok olup gitmesinden ibaret.

Paketten devrim çıkar mı?

Öte yandan, üç aydır yolu gözlenen, dün yapılan son toplantıyla birlikte artık eli kulağında diyebileceğimiz demokratikleşme paketi etrafında öyle büyük bir beklenti oluştu ki, bahsi geçen kalemlerin hepsinin açıklanması halinde paketten yasal bir devrim çıkacak demektir.

Ki öyle olmayacağını, paketin içeriği ne kadar geniş tutulursa tutulsun mutlaka bir şeylerin dışarıda kalacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok.

Kuşkusuz kat edilen bunca mesafeye rağmen Türkiye demokrasisinin kimi eksikleri kusurları var. Toplumsal kesimlerin demokratikleşme paketine, kendi hak ve özgürlük alanlarına dair taleplerini yazıp attıkları dilek kutusumuamelesi çekmesi de anlaşılmayacak bir şey değil. Lakin yarın bir gün paket açıldığında vaktini-takvimini bekleyen olası eksikler yüzünden göz göre göre toplu depresyona falan girmeye de gerek yok yani.

Bir insanın yaşadığı ülkede olup bitenleri gözleyip değerlendirme yetisi 9-10 yaşında gelişiyorsa eğer, en azından 20 yaş ve üzerinde olan herkes Türkiye’nin geldiği yerin umutsuzluk değil umut aşıladığını, yolda olunduğunu, istikametin daha demokratik, daha özgürlükçü ve eşitlikçi bir Türkiye olduğunu da tespit edebilir.

Dün Star gazetesinde reform sürecini toparlayan bir haber vardı, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nın yayınladığı “Sessiz Devrim” adlı kitapçığa atıf yaparak.

11 yıllık iktidar dönemindeki değişimin siyasi faili olarak AK Parti’ye hakkı teslim edilmeli elbette ama onu yetkilendiren, talep eden, takip eden, yapıcı eleştirilerle sağaltan toplumsal kesimlerin sürece katkısı da unutulmamalı.

Bu başarının sahipleri devrime değil evrime inandı. Türkiye’de ve aslında hayatta işlerin nasıl yürüdüğünü bilen, gerçeklikten kopmadan ama hayalinden de vazgeçmeden, biraz daha demokratikleşelim, biraz daha sivilleşelim diye azımsamayıp karınca misali çalışanlar, “yetmez ama evet” diyenler yaptı bu evrimi.

Ki evrim, zamana yayılmış devrimdir.