Aslýna Tekrar Kavuþmanýn Sancýlarýný Çekiyor..
Bugünlerde Ayasofya Mâbedi üzerinde konuþuluyor, içerde de, dýþarda da.. Ýçerdekilerden niceleri de dýþardaki þerr güçlerle koro halinde, Venizelos ve o dönemin Yunan Dýþbakaný Baltacis’in, Lozan’dan sonrasýndan beri, birilerine gönderdikleri ‘Ýnkilabýnýzý taclandýrmak için Ayasofya’yý aslî þekline iade etmenizi bekliyoruz..’ gibi telgraflarýndaki laflarý ediyorlar.
Ayasofya, yapýlýþýnda geçerli olan ilahî þeriatin, Hz. Îsâ (a) þeriatinin dünyadaki en yüce bir mâbediydi. Doðu Roma Ýmparatoru Justinien tarafýndan milâdî takvimin 530’lu yýllarýnda yaptýrýlmýþtý. Ve henüz Hz. Resul-i Ekrem (S)’in dünyayý teþrifinden 35, Ýlâhî Risalet’le vazifelendirilmesinden de 75 sene öncesiydi. Yani, Hz. Ýsâ (a)’nýn elinen sunulan ‘Tevhîd’ inancýnýn baðlýlarýnýn bulunmasý henüz de mümkün olan bir zaman dilimindeki bir ilâhî mâbed.. Çünkü, Hz. Îsâ’nýn þeriati de Ýslam þeriatiydi ve o þeriat, henüz, Hz. Peygamber (S) eliyle yenilenmemiþti. Bu açýdan, Ayasofya, yapýlýþýnda bir Ýslâm mâbediydi diyebiliriz.
Unutmayalým ki, Kur’an’da, nâzil olduðu zaman için bir istisna getirmeksizin, sadece Mescidler deðil, Manastýrlar, Sinagog ve Kiliseler de, içinde Allah’ýn adýnýn çokça anýldýðý yerler olarak tekrim ile anlatýlmaktadýr. (Hacc Sûresi, 40. Âyet meâli..)
Ama, o ulu mâbed, sonra Haçlý Ordularý denen haydutlar taifesinin saldýrýsýna uðradý, sadece Ýstanbul yaðmalanmakla kalmadý, hattâ, o ilâhî mâbed, bir putperestlik mekânýndan da öte, ahlâksýzlýk yuvasýna da dönüþtürülmüþtü.
Ayasofya’nýn sembolü olduðu kutsal bilgi’ye, (bazýlarýna göre ‘vahy-i ilâhî’ mânâsýna da gelen) ismine bile karþý olanlar, hep pusuda beklemiþlerdir, tarih boyunca.. Evet, ‘Kutsal bilgi’ gibi mânâsýnda, grekçede..
Bütün Enbiyaullah (Ýlâhî Peygamberler) eliyle, bütün insanlara Hz. Îsâ aracýlýðýyla sunulan Ýlâhî þeriatin bir yüce mâbedi olan Ayasofya; milâdî takvimin 610’uncu yýlýndan itibaren, Resul-i Ekrem (S)’in aracýlýðýyla yenilenmeye baþlamasýndan sonra ise, Tevhîd inancýna direnen firavnî ve karanlýk güçlerin eline geçmiþti, 860 sene kadar..
Ve bugün olduðu gibi, ö günün dünyasýnda da en önemli stratejik noktalardan birisi olan Konstantýniyye ve oradaki büyük mâbed Ayasofya, kurtarýlmayý bekliyordu. Bunun içindir ki, Emevîler zamanýnda büyük sahabe Ebâ Eyyûb- el’Ensarî’nin de 85 yaþýndayken katýldýðý bir Müslüman Ordusu Ýstanbul surlarý dibine kadar gelebildiði halde, fetih müyesser olmamýþtý. Çünkü, gereken bedeller ödenmeliydi.
Fetih basit bir hadise, bir savaþta zafer kazanmak ve bir þehir, bir coðrafya, veya bir ülkenin ele geçirilmesi, bir devlet veya tahakküm gücünün yýkýlmasý deðildi. Çünkü, Ýslam’da cihadýn hedefi, ‘Ýlâ’y-ý Kelimetullah’týr, Allah’ýn dinini yüceltmektir. Maddî kazanýmlar, o hedefin hedefi deðil, ancak sonucu olarak deðerlendirilebilir.
Bu bakýmdan, 21 yaþýndaki bir genç mücahid hükümdarýn, ‘fethi mubîn’in kumandanýný iyi anlamak gerekir. Ayasofya, fetih ile, aslî mahiyet ve fonksiyonuna kavuþmuþtu.
Onun ‘Avnî’ mahlâsýyla yazdýðý þu þiirin ruhunu kavrayamayanlar onu, hasýmlarýný maddî gücüne dayanarak yenmekte maharetli sýradan bir savaþçý sanabilirler.
Onun kalbini ve beynini harekete geçiren asýl cevherin ne olduðunu anlamak isteyenler bu þiiri derinlemesine düþünmelidirler.
Ýmtisâl-i câhidû f’illâh olubdur niyyetüm
Dîn-i Ýslâm’ýn mücerred gayretidür, gayretüm
Fazl-ý Haqq’ u himmet-i cund-i ricâlullâh ile
Ehl-i kufri ser-tâ-ser kahr eylemekdür niyyetüm
(Allah yolunda cihadda örnek olmaktýr niyetim;
Benim gayretim, (sadece) Ýslâm’ýn gayretidir,gücüdür.
Haq’ýn fazileti ve Allah erlerinin, askerlerinin himmetiyle,
Kâfirleri baþtan baþa kahreylemektir niyetim.) (…)’
Evet, Ayasofya Mes’elesine temel bakýþ açýmýzý, Fâtih’in bakýþ açýsýna ayarlamadýðýmýz takdirde bu konuyu kavrayamayýz.
(Bu konuya, inþaallah gelecek yazýda da deðinelim.)