Aydınları ikna etmek, Kandil’i ikna etmekten daha zor

İzleme kurulu bağlamında yapılan tartışmalar, çözüm sürecinin aktörlerini itibarsızlaştırma hamlesine dönüştü. Daha önce Öcalan’ı itibarsızlaştırmaya çalışanlar, bu defa çözümün baş mimarı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedefe koydular. 

Şunu iddia edecek kadar düştüler:

 -PKK’nin silah bırakmasını Erdoğan istemiyor!

Erdoğan izleme kuruluna ihtiyatla yaklaştı. Ama izleme kurulunu ‘sohbet’ kulübü olarak anlayanlar, Sayın Cumhurbaşkanının yaptığı açıklamanın üstüne atladılar hemen.

Hem İRA hem ETA sorununda, arabuluculuk mekanizması, tarafların uzlaşması, masaya oturması ve daha sonra da silahsızlanma sürecini izlemek olarak tasarlanmış ve öyle de  ifa edilmiştir.

***

Tarafların bir raya gelmesini zorlaştıracak şartlar yok Türkiye’de. Bir arabulucuya gerek olmadan taraflar her düzeyde bir araya gelebiliyor ve kendi aralarında diyalog kurabiliyorlar. Bunu engelleyen şartlar çoktan aşıldı. Halk bu diyaloglara karşı çıkmıyor, tersine destekliyor. 

Devlet şiddet konseptini terk etti. Kürt siyasetini ve Kürt taleplerini tanıyarak, inkarın sona ermesi için on yıl boyunca peş peşe demokratik adımlar attı. 

Buna karşılık PKK’nin lideri Öcalan, hareketin paradigmasını değiştirdi. Silahlı mücadele döneminin kapandığına ilişkin çok sayıda açıklama yaptı, hatta örgüte bu yollu talimatlar yolladı. Bütün bunlar olurken, uluslar arası aktörler destek değil, köstek oldular.

İzleme kurulunun bir başka görevi de, tarafların ne istediğini belirlemek, ve tarafların aslında birbirlerini tanımalarına yardımcı olmaktır.

Türkiye’de bu konuda da bir sıkıntı yok aslında. Tecrübeler çok açık olarak ortaya koyuyor ki, devlet PKK’yi PKK de devleti iyi tanıyor ve iyi biliyor. Devlet PKK’nin ne istediğini bildiği gibi, PKK’de devletin ne istediğini çok iyi biliyor.

Dolayısıyla bizim yerli izleme kurulumuzun bu alanda yapabileceği ciddi bir katkı söz konusu değil.

***

Bizim izleme kurulumuz bir uzlaştırma kurulu, ‘taraflardan birini diğerine anlatmaya’ çaba gösterecek bir kurul olmaktan ziyade, zaten belli bir mutabakat sağlamış olan tarafların, bu mutabakata uyup uymadıklarını gözlemleyecek olan bir kuruldur.

Bizde oluşacak olan bir izleme kurulunun temel görevi, PKK’nin silahsızlanma alanı ve bu alanın karmaşık, sosyal, psikolojik, siyasi ve hukuksal konularıdır.

Yoksa, bu kurul, silahlı mücadele karşılığında, ekolojik topluma geçilip geçilmediğini izleyecek olan bir kurul değildir.

Ama izleme kurulu, elbette, silah bırakmaya karar veren insanların topluma ve siyasete katılımının hukuki süreçlerini de izleyecek ve hükümetin bu konuda atması gereken adımları takip edecektir.

Bugün bir izleme kurulu oluşsa ivedilikle önüne koyacağı temel görev, 90’lı yıllarda güvensizlik yaratan ve savaşın en üst seviyelere tırmanmasına, büyük acıların yaşanmasına yol açan, hem devletin hem PKK’nin kurduğu hukuk dışı mekanizmaları ve ihlalleri incelemek olacaktır.

Devlet açısından bakıldığında bu mekanizmalar bugün ne durumdadır, ve devletin şiddet konseptini sürdürmeye kararlı olduğuna dair belirtiler söz konusu mudur?

Mesela JİTEM yapılanması ve operasyonlar devam mı ediyor?

Paramiliter bir güç olan korucuların yol açtığı hak ihlalleri sürüyor mu?

OHAL hukuku mu geçerli yoksa bölgedeki hukuk da, ulusal hukukun kapsamı içine mi alındı?

Soruları çoğaltmak mümkün. Ama aynı soruları PKK için de sormak gereklidir, ve sorup cevap arayacak olan da izleme kurulu veya üçüncü göz’ dediğimiz kuruldur.

KCK yapılanması ve bu yapılanmanın yarattığı ayrı hukuk ve ayrı kamu düzeni anlayışı sürüyor mu?

6-8 Ekim olaylarını mümkün kılan örgütsel bir yapılanma var mı, bu yapılanma meşru görülebilir mi?

Ülkenin belli ilçelerinde veya büyük şehirlerin belli mahallelerinde ilan edilen kantonlar, taraflardan birinin çözüm sürecini, yasal olmayan zeminler yaratarak, bu zeminler yoluyla istismar ettiğinin açık kanıtları olarak devam ediyor mu?

***

İK oluşursa görev alanı bunlar olacaktır.

Ama İK’yı bu şekilde anlamayanlar ve ona başka görevler yükleyenler de var.

Anadille eğitim, yeni anayasa, ekolojik toplum, kadın hakları gibi konuları, silahlı mücadeleyi bırakmanın şartı olarak görenler farklı düşünüyor..

Son birkaç gün içinde ayrı ayrı TV programlarında dinlediğim prof unvanlı tam dört akademisyen, silahlı mücadeleyi, 10 maddede ifade edilen şartlara bağlıyordu.

Valla eğer ‘silahsızlanma aşamasından’ geçen bir memleketin gerillasıyla, bilim insanı, aydını ve akademisyeni arasında düşünsel bakımdan bütün farklar silinmişse, o memlekette, gerillayı silah bırakmaya ikna etmeden önce, bu kesimi ikna etmek gerekir.  

Öcalan gelecek Newoz’u beklemeden bilhassa Mehmet Altan ve Ersin Kalaycığlu’na hitapla bir mektup kaleme alsa, dili döndüğünce gerillaya anlatmaya ve izah etmeye çalıştığı tarihi şartları, silahın miadını doldurduğuna dair görüşlerini yazıp yollasa, çok hayırlı bir iş yapar. Öcalan bu gerçeği ne kadar görüyor bilemiyorum ama silahsızlanma kongresi için Kandil’den önce, Türk aydınlarını ve medyasını ikna etmesi gerekiyor. Onlar ikna olmadan, bu kongre asla toplanamaz..

İşte size, izleme kurulunun Türkiye şartlarında görev yapacağı bir alan daha.. Türk aydınlarının mayın tarlası haline getirdikleri, şiddete her türlü toleransın tanındığı belalı mı belalı bir alan.. İzleme kurulu üyelerini koyun bu alana, görün bakalım neler oluyor!.. Var mı bu görevin gönüllü taliplisi?