Ayla Ağabegüm, huzurevine geçiyor

Annesi ölen kızlar, önce ona koşup ağlardı. Çünkü o anne aynasıydı.

Dünyanın bütün harflerini, ince uzun ellerinde tuttuğunu sanırdık biz öğrencileri. Üsküdar Kız Lisesi’nin edebiyat öğretmeniydi o. O da kızdı aslında, annesinin biricik kızı, ama bir kız lisesinde öğretmen olanların olabileceği kadar kızdı ancak... Yani yaşı kaç olursa olsun ondan beklenen hep annelik, hep fedakarlık, hep irade, hep vatan sevgisi, hep ideal, hep çalışkanlıktı... Mehmet Akif’in şiirlerinden çıkıp gelmiş gibiydi. Sadece kitap hediye etmezdi öğrencilerine. Sabah kahvaltısı yapmadığını düşündüklerine gizlice harçlık, yağmurdan ıslandığını fark ettiklerine gizlice palto verir, eteği sökülmüş küçük kızların eteklerini teyeller, sırrını açacak birisini arayan yatılılara dert ortağı olurdu. Okulun duvarlarındaki bazı tabloların eskimiş çerçevelerinin tamirini rica etmiş, sarfınazar edildiğini görünce, dayanamamış, evden getirdiği çekiç ve tornavidayla gelmişti de bir gün okula, şair öğretmenimiz rahmetli Dilaver Cebeci, gülerek “Ayla Usta” demişti ona...

Necip Fazıl’ı, Cemil Meriç’i, Erol Güngör’ü, Mehmet Kaplan’ı, Ahmet Kabaklı’yı, Osman Yüksel Serdengeçti’yi, Hakkı İbrahimhakkıoğlu’nu, liseli yıllarımızda bize armağan eden, bu büyük yıldızlarla bizleri buluşturan öğretmenimiz... “Sözle Direnmek” adlı kitabında da dediği gibi; asıl davamız söz, güzel söz olmalıydı, öyle bir söz ki kese savaşı, öyle bir söz ki yağ ile bal ede zehirli aşı... Kuranı Kerim’de de tasviri geçen; kökü sağlam ve dallarında tatlı meyveler taşıyan güzel sözleri olmalıydı Mü’minin... O, peygamberlerin mesleğinden gelen biriydi, öğretmendi. Ama onun işi, sınıf duvarlarıyla mukayyet de değildi. Okuldan çıkar, mahalle aralarındaki yoksul evlerine, yetimlere, çıraklara, ev kadınlarına kadar ulaşır, hastanelerden cezaevlerine kadar herkesin unutmaya çalıştığı, yokmuş gibi farzettiği kimsesizleştirilmiş kimselere kadar uzanırdı elleri.

***

Türk Edebiyatı Vakfından, Kubbealtı Vakfına, Hanımlar İlim ve Kültür Derneği’nden Akoder ve Medyasofa’ya kadar pek çok sivil toplum örgütünde vazife yapan.. Uzun yıllar Türk Edebiyatı Dergisi’nde yayın yönetmenliğinden yazarlığa kadar iş gören.. Muhafazakar kesimin kurduğu pek çok televizyon, gazete ve dergide fisebilillah emek sarf eden.. Hasılı, “kim var” dendiğinde ardına, sağına, soluna bakmadan “ben varım” diyerek koşturanlardandı Ayla Ağabegüm. O koşuda gelinlik giyecek zamanı bulamadı. Allah hocamıza sağlık sıhhat versin, onu son nefesine kadar hareketin rüzgarlarından eylesin...

Validebağ’daki Öğretmenevi’ne geçmeye karar vermiş Ayla Hocamız. Anneannesinden kalma Çiçekçi’deki evinde hummalı bir telaş. Devasa kütüphanesini pay ediyor, kimisi vakıflara, kimisi okullara, kimisi yeni taşınacağı huzurevine... Hep dağıtarak, infak ederek geçtiği için hayatı, hayatı zaten sadaka niyetine uçup geçmiş, tüm talebelerini şaşkınlığa ve hüzne uğratan bir karar... Aslında şaşırmaya hakkımız da yok. İstanbul’un en çok sevilen öğretmenlerinden Ayla Ağabegüm’e bir kerecik bile “sen de nasılsın hocam” demek hiçbirimizin aklına gelmemiş. Emekli maaşınla nasıl geçinirsin, hastaneye kiminle gidersin, soban tüter, aşın pişer mi diyenimiz çıkmamış aramızdan. Gülümsedi: “Öğretmenler ayakta yaşlanır” dedi bana. Müsaade isteyerek ilk kez saçlarını taradım dün. Evinde kaldığım günlerde yattığım bir divanı vardı, onu götürecekmiş huzurevine. Uyandığımda onu başucumda sandalyeye oturmuş beni seyrederken bulduğum o yatak...

Şehir hayatı meşakkatli, bizi bize uzak eyliyor. Profesyonel yaşamın mesai algısı değişti, geceleri bile uyumayan bir hızlı koşu... Artık çocukları bile yetişemiyor son nefesinde anne babalarına. Yeni şehir mimarisinde sevdiklerimizle birlikte yaşlanacağımız mekanları kurmak çok mu zor? Gecekondulara bile ulaşan sosyal politikalarımız, sesi çıkmayan emekli öğretmenlerimizi ne zaman keşfedecek? Ve vefa... Muhafazakar ve inançlı siyasetçilerimiz, onu ne zaman hissedecek?