Ayran ve raký

Son zamanlarda biraz asosyalleþdim anlaþýlan. Caným kapýnýn dýþýna adým atmak bile istemiyor. Köpek Kýzým Ayla olmasa atmayacaðým da. Psikanalistim bunu fazla önemsememem gerektiðini söylüyor. Yaþlýlarda olurmuþ. Moralimi bozmamalýymýþým. Yakýnda ölür kurtulurmuþum.

 

Yetkili bir aðýzdan çýkan bu tesellîbahþ sözler ilâç gibi geldi. Mâdem uzun sürmeyecekmiþ, katlanýrým anasýný satdýðýmýn; sonunda ölüm yok ya!

Yâhut varsa bile beni bu derdden kurtaracak oldukdan sonra...

Ýþte üniversiteden eski bir arkadaþýmýn konferans teklîfi tam bu sýrada geldi.

Türkoloji Enstitüsü’nde doçentdir. Ýleri derecede Türkçe kursundan talebeler Türkiye’ye dâir öyle fazla bilimsel olmayan, daha ziyâde gazete kültür sayfasý kývâmýnda bir konferans arzû ediyorlarmýþ. Ben verir miymiþim?

“Veririm ama karþýlýk olarak bana dersden sonra bir Köln meyhânesinde istediðim kadarbira ýsmarlarsan.” dedim. “Ýstediðin kadarýna gücüm yetmez. Ancak 50 kadehýsmarlayabilirim. Gerisini kendin ödersin.” cevâbýný aldým. Eh, buna da þükür. Demek masrafýn yarýsý benden yarýsý ondan çýkacak.

Deðerli okuyucularým bunun bir latîfe olduðunu umarým ki fark etmiþlerdir.

Ben öyle kýrba gibi ne kendim içer ne de içenlerden hoþlanýrým. Beni tanýyanlar bilir,

80. kadehden sonra edebimle keser evime giderim. Neyse...

Sonra nasýl olduysa konferansýn da bir birahânede yapýlmasýna karar verildi. On oniki kiþi büyücek bir masa etrâfýna rahatça sýðýlýr ve herþey bir sohbet havasý içinde cereyân ederdi.

Öyle de yapdýk.

Niyetim üniversiteli Alman gençlere Türkiye hakkýnda neler anlatdýðýmý tekrarlayarak kimsenin canýný sýkmak deðil. Ama orada dikkatimi çeken bir husûsu paylaþmak istiyorum:

Ben 1960’larda bizzat bir Alman üniversitesinde okuyarak oradan mezun oldum. O zamanlar da ara sýra buna benzer toplantýlar olurdu. Zâten iki ek branþýmdan biri Þarkýyat olduðu için mütemâdiyen bu konulara az çok vâkýf genç insanlarla berâberdim.

Fakat bu defâ farkýna vardým ki günümüzün Türkolog ve genel anlamda “orientalist” öðrencileri ile 1960’larýnkiler arasýnda, þimdikilerin lehine muazzam bir fark var.

Benim zamânýmda ileri sömestirlerdeki talebeler bile bâzen öyle þeyleri bilmiyorlardý ki hayretden ne diyeceðimi þaþýrýyordum.

Benim o akþam buluþduklarýmsa sâdece iyi Türkçe konuþup Türkiye hakkýnda saðlam bilgilere sâhib olmakla kalmýyor, üstelik meseleleri de yine þâyân-ý hayret ölçüde derinlemesine tahlîl edebiliyorlardý.

Bir ara dedim ki “Sizin benden bilgi edinmeye ihtiyâcýnýz yok. Ýstediðiniz bilgileri kendibaþýnýza da gâyet güzel derleyip deðerlendirebilecek kapasitede gençlersiniz.”

Kýsacasý muhtemelen benim için daha da yararlý ve öðretici bir akþam oldu.

Bu arada öðrendim ki Arab ve Fars filolojilerine, ama özellikle Türkolojiye ilgi hiç fenâ deðilmiþ.

Bu da gösteriyor ki bir iþi sýrf deðiþiklik olsun diye yapmak baþka þey, pratik bir yarar amacý güderek yapmak yine baþka birþey.

1960’larda Türkoloji okuyarak yapabileceðiniz iþler son derecedý kýsýtlýydý. Zâten az sayýdaki Türkoloji enstitülerinden birine asistan olarak zor belâ kapaðý atabilirdiniz. Sýký bir elemeyi baþararak dýþiþleri memuru olabilir ve böylece ömür boyu hep Türkiye aðýrlýklý çalýþma “riskini” alýrdýnýz. Baþka da pek bir þey yapamazdýnýz.

Belki inanmayacaksýnýz ama o sýralar büyük Alman gazete ve tv’lerinin, radyolarýnýn Türkiye’de sürekli muhâbirleri dahî yokdu. Atina’da otururlar ve ancak bir þey (darbe marbe!) olunca atlayýp gelirlerdi. Zâten Atina’daki hayat da Ýstanbul’dakinden çok daha renkli ve câzibdi.

Þimdiyse bir bakýn bakalým Ýstanbul’da kaç Alman (ve tabii baþka yabancý) muhâbir ve tv stüdyosu var; Atina’da kaç tâne!

Ama zahmet etmeyin, ben söyleyivereyim:

Atina’da hiç kalmadý... Hepsi Ýstanbul’da...

Son zamanlarda sýkça “mâruz” kaldýðýmýz bir þikâyet var. Diyorlar ki iþte Türkiye geriye gidiyormuþ da “bunlar” ülkeyi (Allah rahmet eylesin, Ýlhan Aðabey’in o pek sevdiði tâbirle) “Ortaçað karanlýðý”na sürüklüyorlarmýþ da filan da falan da...

Vallâhi, “bunlar”ýn niyeti nedir bilemem. Ama farz-ý muhâl bir cinnet geçirerek böyle bir teþebbüsde bulunmak isteyenler çýkarsa ki ben gözümle görsem inanmam, göz hekimine giderim, o zaman Türk Milleti onlara ne yapar, biliyor musunuz?

Boðaz’da raký içmeye dâvet eder!

Bir yandan da öðretir:

“Öyle ayran gibi lýkýr lýkýr içme! önce aðzýna büyücek bir yudum al, sonra onu bir  hamlede yut!”