Ayrımcılığı ve nefreti öldürmek

Günümüz dünyasının en yaygın ama adı konduğu halde göze görünmez sorun alanı sizce nedir?  Bence ayrımcılık ve nefret söylemi.

Etnik, dini, mezhebi, cinsiyetçi her türlü ayrımcılığa dair ulusal-uluslararası hukuk değişse de zihniyetlerin kolay değişmemesinden dolayı sorun alanları varlığını koruyor çünkü. Köle-efendi, siyah-beyaz gibi keskin ayrımlarla bir şekilde baş edebilen insanoğlu cinsiyet ayrımcılığında hala fena tökezliyor. Baksanıza dünyada da Türkiye’de de cinsler arası eşitsizlik ve kadına yönelik şiddet nerdeyse hayatın normalleri arasında sayılacak.

En fenası ise ayrımcılığa eklenen nefret söylemi. Gizli ve kötücül duyguların gün ışığına çıkmasını, yaygınlaşmasını ve kendini bir şekilde haklılaştırmasını sağlıyor çünkü. Ve öldürebiliyor.

***

İki gündür Nevşehir Avanos’ta, Türkiye’den AB’den ve Avrupa ülkelerinden parlamenterlerin, sivil toplumdan isimlerin, akademisyenlerin ve gazetecilerin katıldığı ayrımcılık konulu bir forumdayız. Konu pek çok başlıkta detaylı olarak ele alınıyor, bilgi ve tecrübe paylaşılıyor. Ben de “medyada ayrımcılık” bahsinde naçizane bir katkı sunacağım foruma.

Forumun düzenleyicisi TBMM ile AB’nin ortaklaştığı Parlamentolar Arası Değişim ve Diyalog Projesi. 2012’de yani tam da Türkiye’nin ekseni kaydı, yönünü Avrupa’dan neo-Osmanlı hayallere daldığı Ortadoğu’ya çevirdi dendiği bir dönemde başlatılmış bir çalışma bu. Amacı ise parlamentolar arası görüş alışverişini artırarak hem Türkiye’nin müzakere sürecini AB ve üye ülkeler nezdinde olumlu etkilemek, hem de iç kamuoyunda AB’ye dair bir gündem yaratmak. Şimdiye kadar pek çok çalışma da yapılmış durumda.

***

AB Uyum Komisyonu Başkanı Prof. Mehmet Tekelioğlu’nun liderliğinde yürütülen çalışmanın mahiyeti gibi zamanlaması da son derece mühim kanaatimce.

Son üç beş ay içinde yurtta ve bölgemizde yaşanan olaylara uygulanan çifte standart  bunca uluslararası mevzuata ve yapıya rağmen küresel bir ayrımcılığın varlığına delalet etmez mi sizce de? Bireylerin ve sosyal grupların uğradığı ayrımcılığa karşı alınacak tedbirlerin yanısıra evrensel değerlere sahip çıkan yapıların bu gibi durumlarda da ilkesel bir tutumunun olması savundukları değerler ve meşruiyetleri bakımından elzem değil midir?

***

Türkiye’de medya ne yazık ki öteden beri hep ayrımcı, ırkçı ve cinsiyetçi bir karaktere sahip oldu. Bunca farkındalığa, meslek etiğine, acı tecrübelere rağmen Türkiye medyasında ayrımcı dil ve tutum hiç azalmadı. Bilakis, satır aralarında yahut manşetlerde biriktirilen kötücül duygular düşünceler giderek tehlikeli bir şeye dönüştü.

Dönemin amiral gemisi Hrant Dink’in nefret objesine dönüşmesinde oynadığı rolü inkâr ediyor ya da azımsıyor olsa da cinayetin azmettiricisi Yasin Hayal’in “Dink’i şahsen tanımıyordum ama gazetede Türk düşmanı olduğunu okumuştum” cümlesi mesela kelimelerin kurşuna dönüştüğünün somut delili değilse nedir?

Ya da 28 Şubat yahut 27 Nisan ikliminde kaldığını düşündüğümüz bir başka nefret yükünün Cumhuriyet gazetesinin kıdemli yazarı Cüneyt Arcayürek’in dilinden bir ifrazat olarak dökülmesini neye yoracağız? Ülkenin cumhurbaşkanının başbakanının değerli eşleri şahsında bütün başörtülülere yönelen bu nefret söyleminin yayın imkânı bulması basın özgürlüğü müdür apaçık bir nefret suçu mu?

Daha tartışılacak çok şey var.

Türkiye ayrımcılık ve nefret suçları hakkında acilen kapsamlı bir yasa çıkarmak zorunda.