Aysbergin görünen bölümü

Bu haftaki Eğitim yazımda ele almak istediğim konu geçen hafta gündeme getirdiğim Finlandiya eğitim sisteminin öncelikleri olan 25 maddenin tartışılması idi.

Finlandiya’nın eğitim alanındaki başarısı ortada ama bendenizin de bu 25 maddenin bazılarına kişisel itirazı olduğunu da söylemeden geçemeyeecğim.

Ancak, bu hafta başka bir olay oldu ve ben de Finlandiya konusunu tartışmayı başka bir haftaya erteleyip bu konuya, Prof. Ahmet Atan

isimli Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi, üstelik galiba sanat ana bilim dalı başkanı bir hocanın (!) Gezi Parkı olayları vesilesiyle attığı bir tweet konusuna girmek istiyorum.  

YTÜ öğretim üyesi (!) Prof. Atan Gezi olayları ile ilgili bir tweet atıyor; Atan, Twitter’da “Yahudi, Ermeni ve Rum’sanız Gezi eylemlerinde aktif rol almanızı anlayışla karşılıyorum, lütfen soyunuzu araştırın” diye yazıyor.

Bu tweet’in içeriği hakkında yorum yazacak halim yok, düzey ortada.

YTÜ Rektörlüğü’nün, olmaz ise de YÖK’ün mutlaka bu tweet ile ilgili soruşturma açması ve bu hocanın (!) mutlaka cezalandırılması lazım.

Bu ifadenin ifade özgürülğü ile ilgisi yok, çok net bir nefret söylemi var, konunun adli yargıya da gitmesi lazım.

Doğrusu konunun Hrant’ı mahkum eden Yargıtay 9. Daire’ye kadar da uzanmasını isterim, bu kez bu büyük hukukçularımız (!) ne yaparlar acaba?

Ancak şunu da söylemeden geçemeyeceğim.

Burada YTÜ ve Prof. Ahmet Atan’a da biraz haksızlık yapıyoruz ve üzerine muhtemelen fazla gidiyoruz.

Ahmet Atan isimli bu öğretim üyesinin (!) kanınca yegane affedilemez suçu medeni cesaret sahibi oluşu ve düşündüklerini açık açık bir tweet ile dillendirmiş olması.

Bendeniz, bu toplumda aynı görüşleri paylaşan milyonlarca insanın varlığının maalesef çok yakından tanığıyım.

Abdullah Öcalan’a “ermeni dölü” diyen bir hanımefendi şimdi TBMM riyaset kürsüsünü dönem dönem renklendiriyor.

Hrant kararının altında imzası olan sözde hukukçuların emeklilik sonrası nasıl yükseldiklerini halen izliyoruz.

Her üniversitede benzer görüşleri seslendirecek, seslendirmeye hazır maalesef çok sayıda öğretim üyesi mevcut.

Bu nedenden de YTÜ’ye de, Rektörü’ne de özel bir haksızlık yapmayalım.

Meselenin tek sevindirici tarafı üniversite öğretim üyeleri arasında bu görüşlere meyyal kişi sayısının lise öğretmenelerine, ilkokul öğretmenlerine, hatta ortalama vatandaşa oranla daha YÜKSEK oluşu.

Evet, yanlış okumadınız üniversite hocalanı arasında nefret söylemine yatkınlık sıradan bir vatandaşa, daha az eğitim görmüş bir vatandaşa oranla çok daha fazla.

Bu paradoksal gibi görünen durumun kökeninde aslında muhtemelen eğitim sözcüğü yatıyor.

Bizim sistemimizde insanlar ne kadar çok eğitilirler ise o kadar daha ırkçı, o kadar daha nefret söylemlerine, dışlamacılığa yatkın oluyorlar.

Unutmayalım “eğitim” sözcüğü eğip bükmek, boyun eğdirmek kökenli bir sözcük.

AK Parti’nin milli eğitim bakanlarının bu konuyu bilmemelerinin olanaksız olduğunu düşünüyorum.

Gerçekten iyi bir Milli Eğitim Bakanı’nın asli görevi biyoloji falan öğretmek değil, işe bu nefret tohumları saçan müfredatın her noktasını ayıklamakla başlamak olmalı.

Daha çok eğitilenlerin daha çok nefret söylemine yatkınlıkları Milli Eğitim Bakanları’nın temel kaygısı olmalı.

Ahmet Atan denen o profesöre (!) haksızlık yapmayalım, çevremiz Ahmet Atan’larla dolu, hepsi de çok sene eğitim görmüş kişiler.