Ayşe Hanım

Ayşe Hanım’ın (Ayşe Şasa’nın) rahatsızlığını, sevgili kardeşim Salih Tuna’nın yazısından öğrenmiştim. “Ayşe Hanım için dua”ya çağırıyordu... 

Dualarımız onunla oldu hep...

Bu sabah vefat haberi geldi.

Salih Tuna, yazısında, Ayşe Hanım’ın uzun telefon konuşmalarından bahis açmıştı. Bizim tanışıklığımız da telefon konuşmalarıyla başladı. 28 Şubat’ın darbesinin el aldığı günlerdi. Kemal Tahir hakkında bir yazı yazmıştım. Kemal Tahir’in, İsmet Bozdağ’a, “Kendi kültürünüze dair eserleri okuyun, Kur’an’ı okuyun” dediğini naklediyordum yazımda. Ayşe Hanım yazıyı okumuş ve heyecanlanmış. Salih Tuna’ya sormuş, “Kimdir bu yazının müellifi?” diye. Telefonumu istemiş...

Ben Ayşe Hanım’ı tanıyordum elbette. “Yeşilçam Günlüğü”nü okumuştum. Senaryosunu yazdığı filmleri izlemiştim. Ayrıca, “Tahiri” olduğunu biliyordum.

Hayatını değiştirdiğini de biliyordum.

Bir gün, bir yazımda geçen bir ifade üzerine aramış, “Ben şizofren oldum kurtuldum, onlar düşünsün” demişti gülerek. Bazı siyasi tutum alışları şizofrenik bulduğumu yazdığım için aramıştı. Utandığımı belli etmiştim ama Ayşe Hanım alınganlık göstermemem gerektiğini söylemişti... Sonra da, “Size çok hak veriyorum” diye eklemişti.

Bir şey bulur, bir şey keşfeder, bir şey söylemek ister, arar, saatlerce konuşurdu.

Sık sık, “Dua ediyorum sizin için” derdi, “Gulyabanilerle boğuşuyorsunuz.”

Birkaç kez de eski Marmara Kafe’de oturmuştuk.

Birinde Hilmi Yavuz vardı.

Her oturuşumuzda mutlaka Kemal Tahir’den bahis açılırdı... “Kemal ağabey” derdi Ayşe Hanım. Bunu o kadar doğal ve içten söylerdi ki... Kemal ağabey çıkıp gelecek zannederdiniz. O gün de Kemal Tahir’den konuşmuştuk. Ben, Hilmi Yavuz’un, “O halde kuramı, pratiğe bakarak yeniden üretmeliyiz” değerlendirmesinin, Kemal Tahir’i çok iyi özetlediğini söylemiştim. Ayşe Hanım da hak vermişti... Zaten Hilmi Yavuz’u sever ve değer verirdi... Hilmi ağabeyin de onu sevdiğini ve değer verdiğini biliyorum. O günkü sohbetimizde Orhan Pamuk’tan da konuşmuştuk... “Üzülüyorum Orhan için” demişti.

Bir derinlikten (bir tecrübeden) baktığını biliyorduk. Gerçekten üzüldüğünü de biliyorduk.

İki yıl önce, “Bir Ruh Macerası”nı okumuştum.

Bu defa ben aramıştım.

Kitabı hakkında söylediklerim heyecanlandırmıştı... Heyecanını gizlemezdi Ayşe Hanım. 

Diyorum ya, heyecan duyduğu bir durumla (bir yazıyla, bir kitapla, bir filmle, politik bir çıkışla) karşılaştığında, hemen “dostlarını” arar, saatlerce konuşurdu.

Kitabında, çocukluğunu anlattığı bölümleri “yaralayıcı” bulmuştum. Bunu ona söylememiştim tabii... “Çok etkileyici” demiştim. Etkileyicidir gerçekten. Ayşe Hanım’ın içten içe nasıl kırıldığı, niçin günün birinde hayatını değiştirmek zorunda kaldığı, “kurtuluşum oldu” dediği illete nasıl yakalandığı o anılarda (çocukluğunda yaşadığı travmalarda) gizlidir... Ve muhteşem bir tanıklıktır “Bir Ruh Macerası.” O travmalara yenilmemiştir; muhteşem bir kişilik, sağlam bir karakter ve engin bir gönül süzmüştür. Bir şişenin içine not koyup, “Ben yalnız bir çocuğum, bu şişeyi bulan lütfen beni arasın” dediğinde kaç yaşındadır oysa!

Salih Tuna yazısında şöyle diyordu: “Ben onun kadar önemsediği ve önemsenmesi gerektiğine inandığı, arkaladığı ve arkalanması gerektiğine inandığı, duyduğu ve duyurulması gerektiğine inandığı, keşfettiği ve keşfedilmesi gerektiğine inandığı ‘değerleri’ olağanüstü bir heyecan ve büyük bir aşkla dostlarıyla paylaşan bir ikinci insan tanımadım.”

Ben de öyle...

Mekânı cennet olsun!