Azarını işitmek mutluluktu

Onun azarını işiten mutlu olur, çevresine bunu gizli bir övünme ile aktarırdı. İşitmeyen, işiteni kıskanırdı.

Başkanlığının son yıllarında  -soyadı uyak düşürdüğü için-  “Ahmet Dursun, Seba gitsin” sloganı atıldı. Seba yönetim ilkelerinin artık çağın gerisinde kaldığını vurguluyordu o slogan. Kiminin kafasında Seba’nın giderek güç yitirdiği, günün savruk hücum adamı Ahmet Dursun’dan bile daha az yararlı olduğu fikri vardı artık.

Belki haklılardı. Ama bunu ortaya koyarken, kimileri saygı çizgisini aştı, Seba’nın Beşiktaş’ı ‘çağın bir başka gerisinden alıp, önüne geçirdiğini’ unuttular!

Seba Beşiktaş’ın en büyük devrimini gerçekleştirmişti.

Beşiktaş’ı sıradanlıktan, örnekliğe taşımıştı... Başkan değil, liderdi.

Rakip kulüplerin genel kurullarında hatipler çıkıp, “Bize Seba gibi başkan gerek” diyerek, onu ve elbette Beşiktaş için yaptıklarını örnek gösterdiler! Seba yalnız Beşiktaş’ın değil, futbolumuzun ‘Örnek başkanı’ oldu.

Tesisleri, altyapısı, ekonomisi ve futboldaki başarıları ile bir örnekti Beşiktaş...

Onun bu konulardaki hamlelerinin özendirmesiyle rakipleri de kendilerine bir çeki düzen verdiler.

Seba Beşiktaş’ı atağa kaldırırken rakiplerini incitmemenin büyük özenini de gösterdi.

1984’te kulüp yönetimine talip olmak üzere birlikte yola çıktığı arkadaşlarıyla şu sözü vermişlerdi: “Adımızı, kişisel hırslarımızı asla kulüp adının önüne çıkarmayacağız...”

Seba bu andı başkanlığının ve sonrasının hiç bir anında unutmadı, hiç çiğnemedi!

Adı büyüdükçe büyüdü, ama O, kendi büyüklüğünü örtmenin çabasını gösterdi hep.

Rakip takım başkanına kötü bağıran tribünleri bir el hareketi ile susturuşunu unutamam...

Aralarında oturduğu Fenerbahçe ve Galatasaray ikinci başkanlarının atışmasına küçük bir rica ile nokta koyduruşu aklımdan hiç çıkmaz...

Evinde bir söyleşi için beni ağırlarken bir ara kaybolup, sonra elinde kahve tepsisi ile gelişini... O kahveyi içerken, gösterdiği inceliğin altında ezilişimi...

Kulübe söyleşiye çağırıp, “Senin gibi adam Beşiktaş’a nasıl üye olmaz” deyip önüme kulübün üyelik kartını atışını...

Unutamam...

O, sevgiyi, saygıyı, alçakgönüllüğü, özveriyi, hoşgörüyü yakıştırarak taşıyan; yeri geldiğinde ödünsüzlüğü ve otorite göstermeyi çok iyi bilen, bunların dengesini kurabilen ve çevresine güven yayan bir adamdı.

Az bulunanlardan yani...

İyi ki vardı.

Ve hiç kuşkum yok, hep var olacak.