Bir toplantı vesilesiyle, Müslümanların cihanşumûl meseleleri etrafında kafa yoran bir-kaç Müslümanla tanıştım geçen hafta sonunda..
Baş konu, ister istemez Azerbaycan- Ermenistan ve bu buhranlı konuya Hristiyan dünyasının derin ilgisinden ayrı olarak, coğrafî açıdan ‘iltisak’lı durumundaki Türkiye, Rusya ve İran’ın tutumu idi. Ve, özellikle İran’la ilgili başka sorular da sökün etti..
Bir kardeşimiz şu soruyu sordu: ‘Bir çok sualin cevabını vermekte zorlanıyoruz.. Sahiden de, İran, bizi hayal kırıklığına uğratmadı mı, ağabey? 40 yıl önceleri düşünüyorum da, ne büyük ümidlerimiz ve ne güzel hedeflerimiz vardı. Ama, şimdi diyorum ki, daha baştan mı yanlış vardı da fark edemedik? Yoksa, zamanla mı başladı bozulma?’
Cevabının verilmesi son derece zor bir soru.. Cevabı bir başkası vermişti, geçen sene..
41 sene önce on milyonların ‘Allah’u Ekber!’ feryadlarıyla gerçekleşen İslâm İnkılabı Hareketi’nin en önde gelen liderlerinden olup, 1981-Haziranı’nda bir bombalı saldırıda 70 küsur seçkin çalışma kadrosuyla birlikte katledilen merhûm Muhammed Huseynî’y-i Beheştî’nin oğlu Ali Rıza, İran medyasında da yer alan bir yakınmasıyla, ’40 sene önce bir İslâm İnkılabı gerçekleştirmiştik; onu son 30 sene içinde bir şiî inkılabına dönüştürdük!’ demişti, geçen sene..
Evet, o büyük inkılâb hareketinin başında, yüzbinlerin hançerelerinden, ‘Şiîlik- Sunnîlik ayrımı yok; İslâmî vahdet!.’ mânâsında yükselen, ‘Lâ Şiîyye- Lâ Sunnîyye.. Vahdet-i İslâmiyye..’ şiarlarını söyleten ve diğer Müslüman halklarla kaynaşmayı engelleyen mezhebî asabiyetleri bertaraf etmeye çalışan kadroların büyük çapta tasfiyeye uğradığının feryadıydı, o söz..
‘Cumhûrî-i İslâmî’ gazetesinde, daha geçen hafta, İslâm İnkılabı’nın ilk 30 yılında, hele de Beheştî’den sonra, en büyük sorumluluğu üstlenen Haşîmî Refsencanî’nin isminin bile, İslâm İnkılabı tarihinden silinmek istendiği ve bazı hayalî kahramanlıklar icad edilmeye çalışıldığı gibi, ‘hıyanet çapında bir sapma’ya işaret olunuyordu.
35 sene öncelerde, Tahran Üni’de dönemin C.Başkanı Seyyid Ali Khameneî’nin, merhûm Muhammed İqbâl hakkında 2,5 saatlik bir konferans verirken, onun bir sünnî Müslüman olduğunu bilhassa hatırlattıktan sonra, ‘Beni onun küçük bir müridi olarak kabul ediniz..’ deyişini hatırlayanlar, bugünü sorgulamaktan kendilerini alamıyorlar.
Evet, bugünkü İran yönetim sisteminin en tepe noktasında bulunan ve İran’ın hele de dış siyasetini bizzat belirleyen ve kendisi de İran Azerbaycanı’nın Khamene kasabasından olan Seyyid Ali Khameneî, şimdi, bu son Azerbaycan-Ermenistan askerî gerilimi konusunda ne diyor?
İran resmî açıklamasında, sadece taraflara itidalli olmaları ve konuyu müzakere masasında halletmeleri çağrısında bulunuluyor.
27-28 yıldır Ermenistan güçlerinin işgali altında yaşayan Müslüman toprakları bir kez daha saldırıya uğrarken, saldırı karşısında saldırgan ve zâlimle, kendi hakkını savunmaya çalışan mazlum’un eşitlenmek istenişi..
Bu durum, İran Azerbaycanı’nda son yıllarda giderek yükselen türkçülük duygularını daha bir tahrik etmiyor ve İran bu tutumuyla kendi ayağına da kurşun sıkıyor.
Dahası da var.. İnkılab Muhafızları Ordusu’nun yarı-resmî sözcüsü durumundaki ‘tabnak’ isimli int. sitesinde bu konuyla ilgili makalelerin altına yazılan yığınla okuyucu yorumları ürperticiydi. Çünkü, ‘türk kavmi’, Moğollar ve yıkıcılıkta emsalsiz Cengiz’le birlikte anılıyor ve hattâ ‘türkler’in yeni bir ‘ermeni katliâmı’ yapabileceğine, ‘birilerinin zavallı ermenileri kurtarması’ gerektiğine ve ‘Yaşasın Ermenistan!’ laflarına kadar; daha neler-neler..
Bir diğer arkadaşın sorusu da, ‘Azerbaycan’daki şia’nın ‘İran’daki şia gibi mi olduğu?’şeklindeydi.
Ona da, ‘Keşke öyle olsa..’ dedim. Çünkü, komünist dönemdeki ‘dine nefret dolu bakış’ın etkisinin yönetimde bulunan ve bizde 1930’lardaki ‘kemalist-laikler’i andıran ve de kendilerini -sözde- ‘ziyâlılar/ aydınlar’ olarak niteleyen kadrolarda hâlâ da büyük çapta hissettirdiği ve ‘İslâm korku ve nefreti’nin o nesillerin zihninden silinmesinin kolay olmadığını belirttim.
Bir diğer arkadaş da, İran’ın Yemen Buhranı’ndaki rolünü sordu.
Tam da bu sırada İran’dan yapılan bir açıklama dikkat çekiciydi.
İnkılab Muhafızları Ordusu’nun önde gelen komutanlarından serdar/general Şikarçi’nin 26 Eylûl günü ‘tabnak’da yayınlanan açıklaması şöyleydi: ‘Bizim komşu ülkelerdeki bulunuşumuz, istişarî ve manevî destek mahiyetindedir; onların içişlerine karışmak, asla! Direniş Cebhesi ülkelerinin kendi güçleri vardır. Tecrübelerimizi, fikrî yardımlarımızı Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’e aktarıyoruz. Tecrübeli elemanlar oralara gidiyor, sionist rejim ve kan içici Amerika karşısında olan her rejime yardım ediyoruz. Elbette ülke içi durum elverdiğince.. Yemen’e gelince (…) Biz Yemen halkıyla (yani, Yemen Hükûmetine karşı savaşan ‘Husî’kabilesi kasdediliyor) tecrübelerimizi paylaştık ve bugün füze, İHA ve diğer silahları kendileri yapıyorlar.’
Bir diğer arkadaş, Amerika tarafından 2020’nin ilk günlerinde Irak’ta öldürülen Qaasım Suleymanî’nin İran siyasetindeki etki ve yetkisini sordu.
Önce, Süleymanî’nin öldürülmesi üzerine, 5 Ocak 2020 günü yayınlanan yazımda, ‘Serdar Süleymanî, evet, gözünü, inandığı, bağlısı olduğu ve İslâmîn tek doğru yorumu olarak gördüğü kendi mezhebinin hedeflerine dikmiş; kendi dâvasının bir fedaîsiydi.’ diye yazmıştım.
Ama, evvelki gün, İran‘ın en üst dereceli komutanlarından Yahya Safevî’nin sözlerini de, hiç yorum yapmadan aynen aktarayım:
Serdar/General Yahya Safevî diyor ki: ‘…Suleymanî, Putin’le, Rus İstihbarat sorumluları ve askerî kumandanlarıyla defalarca görüşmeler yaptı. Putin’le yaptığı ilk görüşme, 2 saat 20 dakika sürmüştü ve o zaman Putin’e demişti ki: ‘Siz Irak’ı yitirdikten sonra, Suriye’yi de kaybederseniz, Doğu Cebhesini ve Akdeniz’i de Amerikalılara kaptırmış olursunuz.. Yani, Beşşar Esed rejimi düşerse, Amerika, Irak, Suriye ve Lübnan’ı kontrolü altına alır ve siz de, bu durumda, Rusya’nın kendi güvenliğini ve menfaatini korumak için.. (…)Yani, Süleymanî, Rusya’nın Suriye Cebhesi’ne gelmesi konusunda Putin’i ikna etmişti.
Rus yetkililer bize Putin’in hiç kimseyle yarım veya 1 saatten fazla görüşmediğini söylemişlerdi. Ama, Süleymanî ile tam 2 saat 20 dakika görüştü. İlginçtir, o görüşme sırasında öğle namazı geçmek üzere olduğundan, Süleymanî, Kremlin Sarayı’nda ezân okuyup namaz kıldı.
Sonra demişti ki: ‘Bir zamanlar burada İran aleyhinde entrikalar çevrilirdi, şimdi geldim burada ezân okuyup namaz kıldım..’
Böyle sorularla sık sık karşılaştığımdan.. Bu anlatılanları, herkes kendi durduğu veya baktığı yere göre değerlendirir; yorum, âzad..