'Fecre ve on geceye yemin' edilerek başlayan 'el'Fecr' Suresindeki birkaç ayet mealine bir bakalım: 'Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kavmine, (...) İrem şehrine; Semûd kavmine, (...) Firavun'a... Ki, onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler. Oralarda kötülüğü çoğalttılar... Bu yüzden, Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı.(...)'
*
Babasının zamanındaki Baas Partisi kadrolarının işledikleri korkunç ve büyük katliam uygulamalarının hesabı ayrı; sadece kendisinin son 24 yılındaki uygulamaları sırasında 1 milyona yakın sivil insan öldürten Beşşar Esed ve Baas Partisi'nin tarih sahnesinden yok olup gitmesi üzerine daha çoook konuşulacak...
Elbette nice acı çekenler, 'adl-i ilâhî'nin ilahi yardımın kendilerine ulaşması için çok dualar ederler de; bazıları, 'dualarına hemen karşılık verilmediğini sanıp, -hâşâ, ihmal edildikleri' kanaatine saplanarak, isyan'a bile sürüklenebilir. Halbuki, Allah 'ihmal' etmez; 'imhal' eder, yani mühlet verir, yanlışta olanların kendilerini düzeltmeleri için...
'Al-i İmran Suresi'nden, 140. ayet mealini tekrarlayalım: 'Biz zafer ve yenilgi günlerini insanlar arasında dolaştırır- dururuz...'
*
Evvelki akşam, bir sohbet sırasında, bir ilin en üst mülki amiriyle uzunca bir sohbete dalınca, muhatabım, ilk gençlik yıllarından beri, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden beri, 28 Şubat 1997 Askerî Zorbalığını ve nihayet 15 Temmuz 2016'daki kanlı darbe teşebbüsünü takip edip, ülkeye ve millete getirdiği felâketleri anlamaya çalıştığını söyledikten sonra... 'Tabi, siz, yaş açısından daha öncekileri de görüp yaşamışsınızdır...' diye, topu bana atınca...
Hafızamda, 'ihtilal, devrim veya inkılap' gibi kelimelerle anılan ve ülke içinde ve dışında meydana gelen büyük sosyal hadiseler resm-i geçidi' canlanıverdi ve onların bir hulasasını, özet olarak anlatmak durumu gereği ortaya çıktı.
Hafızamda ilk canlanan 'ihtilal', ilkokul son sınıfta tarih derslerinden okuduğum '1789- Fransız İhtilali'ydi... Çok kanlı olmuştu.
İdam mahkumlarının kellelerinin kolayca kesilmesi için, Dr. Guillotin (Giyotin) tarafından icat olduğu için onun ismiyle anılan 'giyotin'ler nasıl da işletilmişti. İhtilalin liderlerinden Nasyonal Konsey Başkanı Maximillien Robespierre (Robespiyer) ile Adalet Bakanı Jacques Danton arasında ihtilaf çıkınca Danton, ihtilal mahkemesine gönderilmiş ve yargıç, ona, 'Mösyö Danton, Hükümet'i devirmek için çalışmalar yapıyormuşsun, yardımcıların kim idi?' diye sorunca, Danton, 'Mösyö yargıç, eğer başarılı olsaydım, yardımcılarım siz olacaktınız!' demiş ve giyotine gönderilmişti. Ancak o giyotine götürülürken, Robespierre'in makamının önünden geçirilmiş ve o da eski arkadaşının giyotin'e gidişini mağrur şekilde seyretmiş; Danton da, ona, 'Robespierre, sen de geleceksin!' diye seslenmiş ve öyle de olmuş, 'Robespierre' de Danton'dan 4 ay kadar sonra giyotin'e gönderilmişti!
Sonra, 1917'de Rusya'da meydana gelen 'Bolşevik/ Komunist İhtilali' ise, çok daha korkunç kanlı şekilde cereyan etmişti. En azından, 20 milyon insan öldürülmüştü. Ünlü Rus yazarı Alexander Soljenitsin ise, 50 yıl öncelerde, bu rakamı 60 milyon olarak ifade etmişti.
*
Sonra...
1958 yılı Temmuz'uydu... 14 yaşındaki Irak Kralı Faysal'ın amcası Veliahd Abdulillah ve Irak'ın 40 yıllık Başvekili (İngiltere'ye hizmetleriyle meşhur Osmanlı paşası da olan) Nuri Said Paşa Ankara'da, 'İran- Irak ve Türkiye' arasında yapılacak bir ortak toplantı için bekleniyorlardı. Ve tam o gece, Irak Sarayı'nın güvenilir generali olan Abdulkerim Qaasım komutasında korkunç bir askeri darbe yapılıyor ve Kraliyet ailesi toptan öldürülüyordu. Nuri Saîd Paşa ise kaybolmuş ve ancak 3 gün sonra kadın çarşafına bürünmüş olarak gizlenirken yakalanmış ve Bağdat sokaklarında canlı bağlandığı bir arabanın arkasında caddelerde diri-diri sürüklenerek öldürülmüştü. Ve ben o zaman, 'Ülkemizde böyle askerî darbeler olmaz' sanıyordum, hele böyle zalimane yöntemlerle... Ama 2 yıl sonra, ülkemizde de çok alçakça yöntemlerle, korkunç bir askerî darbe yapılmış ve başkalarından geride kalınmayacağı gösterilmişti ve ülkemizde de her 10-15 yılda bir tekrarlanan askerî darbeler dönemi başlamıştı.
(İlginç olan şu bilgiyi de ekleyelim ki, General Abdulkerim Qaasım 1963 Şubatında, yapılan bir askerî darbe sonunda Saray'dan çıkarılıp, tv. kameraları önünde sorgulanmış ve hemen oracıkta infaz olunuşu canlı olarak yayınlanmıştı.)
*
Dün, Suriye'de Hafız Esed'in heykellerinin yıkılmasını gösteren haber filmlerini izlerken, İran'da 1977'de, Şah Pehlevi ve babası Rıza Han'ın heykellerinin yıkılmasıyla başlayan büyük sosyal hadise; Irak'ta Saddam'ın heykellerinin yıkılması, 1991'de Sovyet Rusya ve diğer komünist ülkelerdeki Marx, Lenin, Stalin ve diğer ünlü liderlerin heykellerinin nasıl yıkıldığını yansıtan sahnelere götürüyordu insanı...
(Burada hatırlatalım ki, İran'da kadın ve erkek on milyonlar, 45 sene öncelerde bu günlerde, milyonların hançerelerinden yükselen 'Tekbir' sadalarıyla Şah düzenini yıkarken, bazı çevreler, bu hareketi 'Amerika'nın yaptırdığını' ileri sürüyorlardı ve bu ihtimale karşı çıkanlardan birisi de bu satırların sahibiydi... İlginçtir, Suriye'de Beşşar Esad ve Baas Partisi diktatörlüğü devrilince; şimdi, İran'dan, bu sonucu hemen, 'Amerika ve İsrail'in yaptırdığı'nı ileri süren 'inkılapçı' kuruluşların mantıklarına ne demeli?)
*
Bangladeş'te, kendisine, (Bangabandu /yani, Bengal halkının atası' unvanını verdirmek gibi megalomanik eğilimler gösteren Şeyh Mucib'in heykelleri de, kızı Başbakan Hasina Vacid'in 20 yıllık iktidarının, 2-3 haftalık bir halk ayaklanmasıyla ağustos 2024 başında devrilmesinden hemen sonra, yerlere atıldı. Halkın gönlünde heykel yoluyla yer edeceğini zannedenlerin ilkelliğindeki traji-komik durumun akıbeti...
Bir tuhaf 'koruma kanunu' çıkarmayı da düşünememişler; yoksa onu çok komik mi bulduklarından?
*