Suriye'de Baba Esad'dan devralınan kanlı miras, oğul Beşar'ın kaçışıyla etrafa saçıldı. Saçılırken de kanlı bir bilanço çıktı ortaya. Baas'ın mezhepçi ve monarşik yapısına eşlik eden Muhaberat'ın ağları nezdinde, Suriye'de Baas'a mensup olmayan herkes potansiyel düşman, potansiyel casustu... Bir örneğini 1982 Şubat'ında 22 gün süren Hama katliamlarında (20.000 kişi katledilmişti) gördüğümüz ''halk düşmanlığı', toplumda mezhep ayrımına dayalı bir tehdiş ortamı yaratılmasını adeta 'düzen'' olarak kabul ediyordu...
Yıkılıp gittiler. Artlarında feci işkence görüntüleri, hapishane faciaları, viran olmuş şehirler, yurtsuzlaştırılmış milyonlarca Suriyeli bırakarak yıkılıp gittiler. Zalim Baas rejimini destekleyen neredeyse yok gibidir, İslam nefreti her şeyi bastırmış birkaç inatçı kafadan başka halkına bu kadar cefa çektiren bir partiyi aklı olan, vicdanı olan kimse desteklemez..
Ne var ki; ''Arap Baharı'nda da acıyla tecrübe ettiğimiz gibi, Ortadoğu'ya ve hassasten İslam dünyasına bahar kolay gelmiyor! Kurtuluş ve selamet kolay gelmiyor. Dış şartların yanı sıra içeride bir türlü sağlanamayan ''millet oluş bilinci' sayesinde, birbiriyle ırk, sülale, mezhep ve meşrep üzerinden kavga eden irili ufaklı yüzlerce fraksiyon kalıyor. Bunu self-oryantalist bir uzaklaşma dürbününden bakarak söylemiyorum. Aksine ait olduğum veya ait olduğumu hissettiğim bir dünyanın çektiği iç sancıları olarak dile getiriyorum.
Sadece sosyal medya üzerinden bakalım; farklı mezheplere sahip kişilerin birbirlerine sarf ettiği itham edici sözler, yıkıcı cümleler, adeta bir tekfir şölenine dönüşüyor. Vahşi bir şölen bu, su yerine kan akıyor. Özellikle kadınlar, bedenleri ve namuslarıyla hedef tahtasına konuyor, yerin dibine geçiriliyor. İslam bu değil oysa! Nerede güzel ahlak? Nerede 'alemlere Rahmet' olarak gönderilmiş Peygamberin (sav) ümmeti?
TV'ler, haber kanalları, sosyal medya mesajları, yorumlarımız, ne kadar heyecan dolu değil mi? Çoğu zaman heyecan bizi aşırılığa sürüklüyor oysa... Katil Esad rejiminin ve Baas'ın karanlık sultasının devrilişini elbette memnuniyet ve şükür dualarıyla karşılıyoruz. Ama ardından büyük büyük hamaset tabloları çizmeye de gerek yok.
Zira o kadar karmaşık ilişkiler, o kadar yeni işbirliklerine teşne gruplar var ki coğrafyada, tüm bu çok bilinmezli denklemde, kolay konuşamıyor insan, konuşamamalı... Her zamankinden daha sorumlu olmamız gerekmiyor mu? Suriye'deki iç savaşın en ağır bedelini -Suriye'den sonra- Türkiye göğüslemedi mi? Milyonlarca mülteciyi bir anda sırtlanan Türkiye'mizin taşımak zorunda kaldığı ekonomik ve sosyolojik külfetleri hep birlikte paylaşmadık mı? Bu yüzden elbette hepimizin Suriye'de barış istemeye hakkı var... Ama zafer sarhoşluğu içinde değil, aklı selimle... Temkinli olmak zorundayız...
Suriye'de sadece Türkiye yok! Başta ABD ve Rusya olmak üzere, İsrail, İran, İngiltere ve tüm AB üyelerinin gözleri, elleri, paraları, silah, mühimmat ve ordularıyla bölgededir... Kuşkusuz devrilen Baas rejimi sonrası, onlar da adeta akbabalar gibi üşüşecekler Suriye'ye. Onlara vekalet eden terör grupları da cabası...
Bu kadar farklı ellerin yükseldiği, bu kadar farklı devletler ve çıkarları, bu kadar farklı terör örgütleriyle düşünüldüğünde ne yazık ki Suriye'nin toprak bütünlüğü ciddi tehlikededir. Allah Suriyelilerin, bir düzen, bir barış, bir hayat, bir umut peşinde olanların yollarını açık eylesin... Yeni zalimlereyse geçit vermesin...
Savaş baronları büyük ihtimalle Irak'ta yaptıkları gibi çoklu bir Suriye arzusunu güdeceklerdir. Ama hesapta bir de Türkiye var artık. Irak'ın işgali günlerindeki gibi olmayan, dünyada etkin bir barış diplomasisini omuzlamış, daha güçlü bir Türkiye var... Suriye'deki muhalif grupların en kısa zamanda kuracakları bir Meclis ile (şura heyetiyle), yönetim ve temsil işlerinde bir an evvel anlaşmaları gerekiyor. Türkiye, prensipli müzakereler aracılığıyla, inşallah muhalif gruplar arasında bir konsensus sağlanması yolunu açabilir. Mütevazi ama gerçekçi bir umut bu...