Babalar ve çocuklar üzerine...

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son zamanlardaki davranış ve söylemlerini nasıl yorumladığımı sizlerle paylaştığımı hatırlayacaksınız. Gerisini takip etmediğim için bilgim dolaylı; ama ne olduğunu biliyorum sonuçta: Medyanın bir bölümü “Babanıza itaat edin” dediğimi sanmış...

Dediğim şu: Tayyip Erdoğan ülkemizde yaşayanların ‘iyi birer insan’ olmasından sorumlu olarak görüyor kendisini... Bir tür ‘baba’ gibi yani; ama sert bir baba... Her sert baba gibi de dediğim dedikçi; yanlış da olsa söylediklerinin dinlenmesini, isteklerinin yerine getirilmesini arzuluyor. BDP’lilerin dokunulmazlığını kaldırtmak, öldürmekten vazgeçmeyenler için idam cezasını geri getirmek, Çamlıca tepesine cami dikmek, ‘sakıncalı’ gördüğü diziyi televizyondan kaldırtmak istemesi hep bundan...

Yetişme tarzını bilenler, Tayyip Erdoğan için yaptığım bu tahlili onaylayacaklardır.

“Babanıza itaat edin” sonucunun yazımdan çıkartılması hem garibime gitti, hem de gözümü açtı.

Yazıma göz atanlarınızbilecektir: Tam tersini tavsiye ettim ben; çocukluktan çıkmanın yolunun itirazdan geçtiğini açıkça yazarak... Çamlıca’ya cami mi istiyor Tayyip Bey; siz de camiye karşısınız, ya da karşı değilsiniz de projeyi beğenmediniz... İdam cezası, BDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılması aklınıza yatmıyor... ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisini beğeniyorsunuz veya beğenmediğiniz halde senaryonun tarihe birebir uyması gerekmediğini düşündüğünüz için bitirilmesi size ters geliyor...

Karşı çıkın. Tezinizi sonuna kadar savunun. Çağın gerçeklerini anlatın. Benim burada ve televizyon ekranlarında yaptığım gibi...

“Çocuklar ne zaman büyür?” sorusuna “Babaları karşısında haklı çıktıkça” cevabıyla yazıyı bitirmem bundan...

Yazımı meramımın tam tersi anlamlandırmalarının sebebini de biliyorum: Çoğu bir türlü büyümeyen, sürekli mızmızlık yaparak, mızıkçılıkla günü geçirmeye alışmış çocuklar... “Büyüyün artık” dediğimde huzurlarının kaçması bundan...

Demokratik bir tartışma ortamında görüşlerini ve tezlerini savunmayı hiç denemiş değiller. Siyasi tartışmalara karşısındakini sindirme ve bitirme amacıyla katılıyorlar hep; başkalarının oyuncağını kırmak gibi bir alışkanlıkları vardır ya çocukların, tıpkı öyleler... En göze çarpan eylemleri, “Oyuncağım elimden alındı” diye ağlaşmak...

28 Şubat sürecinde yaşananlardan hiç mi hiç ders çıkarmamışlar...

O sürecin ‘baba’ figürü askerlerdi. Ne yapmaları gerektiğini söylüyor, şimdi mızmızlananlar her denileni yerine getiriyordu. Getirmeyenler? Ya da getirse veya getirmeye hazır olsa bile kendilerini ‘baba’ya kabul ettiremeyenler? Her iki grup da 28 Şubatçılar tarafından sahneden silinmeye çalışıldı.

Ne oldu? Sindi mi o gazeteciler? Sindik mi? Hayır. Kısıtlamaya maruz kaldığımızda daha rahat yazabileceğimiz yerler aradık kendimize; konumlarını veya sütunlarını kaybedenleri de yanımıza aldık... 1000 yıl süreceği ilân edilmiş sürecin fâilleri 28 Şubat’ın 15. yılında kaçacak delik arıyorlarsa o kararlılık ve birlikte direniş sayesindedir.

Şimdi sızlananların savundukları bir doğru yok ki, uğrunda mücadele etsinler... En kıdemlileri, ‘40’ındaki kadın’ sayıklamalarıyla sütun dolduruyor; vaktiyle azdırdıklarına yan gözle bile bakmaksızın...

Olan şu: Her dönemde kendilerini ‘baba’ figürünün insafına terk ettiler; bu devrin ‘baba’sısert çıktı.