Babamı da uğurladık...

Yaprakların dökülme mevsimi güz, benim için de en yakınlarımı kaybettiğim mevsim oldu. 13 yıl önce bir eylül günü (9 Eylül 2000) annemi kaybetmiştim, birkaç gün önce de (16 Eylül 2013), annemsiz geçirdiği her günü “Beni neden yalnız bıraktı?” sorusuna cevap aramakla geçirmiş olan babamı...

Tek tesellim, hayatının son demleri hastanenin yoğun bakım odasında geçmiş olan babamın cenazesinin, tam da kendisinin isteyeceği türden güzelliklere vesile olmasıdır: Uzun aralarla birbirlerini görebilen dostları, dostlarımız, son görevlerini yerine getirmek üzere yanımızda yer aldılar; namazını en yakınlarından biri kıldırdı, iyi tanıyanlar dualarla kendisini gönderdiler...

Kelimenin tam anlamıyla ‘esnaf’ denilecek biri değildi babam... İzmir’in en işlek ticaret merkezlerinden biri sayılan Kemeraltı Caddesi’nde amcamla ortak, sonra Basmane’de Fuar’ın tam karşısında kendisine ait bir dükkânı oldu. Bayağı işlek dükkânlar... Sanki hep tanıdık kişilere hizmet vermek üzere o dükkânı açmış görüntüsü vermesi neydi peki? Tanıdıklar, Fuar için gelen ve ikinci gelişinden itibaren ‘tanıdık’ listesine girenler...

Dükkânın bir köşesinde duran sandalyelerin boş kaldığını hiç hatırlamam...

Cenaze törenine gelen bazı eski dostlar, “Sizin dükkânda müşterilere az mı kolonya doldurdum” deme ihtiyacı hissettiler...

Müşterilerin zamanla çalışan gibi davrandıkları bir ortama sahipti babamın kolonyacı dükkânı...

Kolonyacılık bir aile mesleği, aileden hâlâ sürdüren var; ancak dükkân yıllar içerisinde pek çok başka emtiayla da müşteri bekledi... Geriye dönüp baktığımda, tercih edilen malların büyük kâr getirmek yerine dükkâna yeni yüzlerin gelmesini sağlamak amaçlı olduğunu anlıyorum; yoksa etraftaki resmi dairelerin yolladığı kişilere fotokopi çekmekle ne kazanılır ki?

Ancak yeni dostlar kazanılır...

Gözümüzü açıp etrafımızı tanımaya başladığımızda babamızın arkadaşları ve dostlarını tanıdık önce; zaman içerisinde bizlere de ağabeylik edecekleri... Hâlâ sağ olanların hepsi mezarı başında buluştu önceki gün...

En yakınları arasında sadece kendisi gibi cami cemaatinden kişiler yoktu; soframızı paylaşan Musevi Nesim Amca’yı, Ermeni dostları Erol ve Toros Cemcem biraderleri nasıl unuturuz? Kapısı önünde piyango bileti satan ve evden gelen yemekle iftar ettikleri Dersimli Timur Amca’yı son demlerinde Huzurevi’nde her hafta ziyaret etti, hiçbir aile yakını bulunmadığı için cenazesini de babam kaldırdı...

Paraya ihtiyacı olanların borç için kapısını çalacakları ilk kişiydi; ‘Yeşilaycı’ oluşu baskındı belki, ama İzmir’de hizmetine koşmadığı hayır işi yok gibiydi...

Okuma hevesi ortaokulla sınırlı kalmıştı yokluk yıllarında; okumayı hep sevdi... Orhan Pamuk’un ‘babamın sandığı’ başlığını uygun gördüğü Nobel ödül konuşmasını dinlerken, ilk okuduğum kitapları babamın kitap sandığında bulduğumu hatırlamıştım. Ne okuyacağımıza kararı o vermedi, hatta ilk okuduklarımızı beğendiğini de sanmam; ama evi kitaplarla doldurmamıza hiç karışmadı.

‘Kokucu Muzaffer’ olarak bilindi çevresinde; bir güz günü, hanımeli kokuları eşliğinde, dostları ve dostlarımız tarafından ebediyete uğurlandı...

Bir dost, “Yokluğunun ağırlığını zamanla daha fazla hissedeceksin” dedi.

Şimdiden hissediyorum.

TEŞEKKÜR: Hastane günlerinde çok güzel doktorlar ve titiz sağlık personelinin hâzik ellerindeydi babam; Alsancak Hastanesi ile Tepecik Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ne nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Cenaze ve defin törenlerine katılan, çelenk gönderen, mesajlarla ve bizzat arayarak taziyelerini bildiren ailemizin ve bizlerin yakın dostları da sağolsunlar... Kendilerine minnettarız.