Bağcı kovulmasa da üzüm yense

Kıbrıs Rum kesiminde Mısır, ABD, İsrail, İngiltere ve Yunanistan büyükelçileri “Yurt dışında yaşayan Kıbrıslılar”  konferansına katıldılar. Katılımcılara bakılırsa yurt dışında yaşayan Rum Kıbrıslılar konferansı denmesi daha uygun olurdu; zira Türkiye’de yaşayan Kıbrıslılar da var. Ama onlar Türk oldukları için sayılmıyorlar.

Eğer sayılmıyorlarsa, Türkiye de yurt dışı sayılmıyor demektir. Acaba Kuzey Kıbrıs’ı tümüyle gözden çıkarmış, Türkiye’nin bir bölgesi gibi görmeye başlamış olabilirler mi?

Bu olasılık mümkün gözükmüyor, zaten toplantının konusu da ilan edilen konu değil. Yurt dışındaki Kıbrıs Rumları konusu ele alındıysa da, sorunlardan bahsedilmemiştir. Zira onlar, bulundukları ülkelerde en az sorunu olan kişiler. Olsa olsa, bu kişilerin Kıbrıs Rum kesimine nasıl katkı sağlayacakları, Kıbrıs sorunu çerçevesinde nasıl kamuoyu oluşturacakları ele alınmıştır.

Ayrıca, Kıbrıslılar bunlar dışındaki ülkelere gitmemişler gibi. Kanada, Fransa, Almanya, Lübnan ya da başka yerde Kıbrıslı yok demek ki.

 

Yurt dışı Rumlar bahane

Toplantı, esasen Rum kesiminin doğalgaz faaliyetleri ile ilgili. Katılımcı ülkelerin çoğu da, doğal gaz arama ve işletme konularında Rum yönetiminin ortağı. Dolayısıyla işin içinde Fransa, Kanada ya da başka ülke olmamasının nedeni bu; ayrıca bu ülkeler “müşteri” konumuna geleceklerinden zaten katılımcılar arasında hiç bulunamazlar.

Mesele, Kıbrıs’ın kendi doğal kaynaklarını araştırıp kullanmasıyla ilgili. Her devletin kendi egemenlik alanında bunlara hakkı var; ama Kıbrıs’ta bölünmüş bir egemenlik var. Dolayısıyla Rum kesiminin enerji faaliyetlerine Türk tarafı dahil olmadığı sürece, hakkın gasp edilmesi söz konusu. Bu, Türk tarafının azınlık olarak görülmesi ve adanın bütünü hakkındaki tasarrufun sadece Rum tarafında olduğunda ısrar etmek demek.

Peki o zaman neden hala BM Barış gücünün görev süresi uzatılıp duruyor ve Yeşil Hat orada duruyor? Demek ki bölünmüşlük uluslararası düzeyde devam ediyor.

Meselenin bir diğer kısmı ise, kurulan doğal gaz ittifakının Türkiye’yi Akdeniz’de stratejik olarak dar alana hapsedecek bir ayağı olmasında.

 

Stratejik tercihler önde

Türkiye, gelişmelere en başından beri caydırıcı yöntemlerle tepki gösteriyor ve tepkiler Akdeniz’de fiili durumlara dönüşüyor. Lefkoşa toplantısı, Türkiye’yi söz konusu faaliyetlerinden vaz geçmeye razı etmekle ilgili. Ancak anlaşılan Türkiye’yi ikna etmek yerine tehdit etmek tercih ediliyor.

İngiltere de bu tehditlere taraf mı, emin olmak kolay değil. Ancak bugün hemen her konuda Türkiye’yi stratejik olarak köşeye sıkıştırma çabasında olan devletlerin bir araya geldikleri açık. Tehditler arasında Türkiye’ye karşı askeri güç kullanımı da var. Bunu kim yapar, kim kime yaptırır, bilmek zor. İsrail mi, Mısır mı yoksa Yunanistan mı Akdeniz’deki Türk savaş gemilerini vuracak?

İsrail ile Mısır’ı birleştirecek bu hat, aslında geniş kapsamlı bir işbirliği alanı yaratabilir. Enerji, savaşlara yol açtığı gibi barışa da neden olur. Bu girişime Türkiye de dahil olsa, devletler arasındaki bir dizi sorun neredeyse kendiliğinden çözülebilir. AB böyle kurulmadı mı? Ama bölge devletlerinden biri ısrarla dışarıda bırakılırsa, ona karşı ittifak kurulursa, devre dışı kalanın buna razı olması bekleniyorsa, barış havzası olabilecek bir yer çatışma havzası olur.

Amaç enerji güvenliği ise, diğer ifadeyle üzüm yemekse, Türkiye’nin sürece dahil edilmesi riskleri düşürür. Yok, bağcı dövmekse amaç, o zaman genel güvensizlik ortamına diğerlerinin razı olması gerekir.