Medreseler, İslam toplumlarını yüzyıllar içinde besleyen büyük gelenek. Sadece formel eğitim sunmuyorlar. Buradan toplumun ve kamu kuruluşların ihtiyaç duyduğu âlim, kadı, müderris, arif gibi şahsiyetler yetişiyor. Önce evlerde ve camilerde başlayarak oluşan medrese eğitimi, zamanla Nizamiye Medreseleri sistematiği ile büyük bir kuruma dönüyor.
Medreseler hem topluma hem de İslami ilimlerde atılımlarda bulunan önemli kurumlar haline geliyor. Yatay ve sivil toplum düzleminde de çok büyük işlevleri var. Fransız sosyolog P. Bourdieu'nun Cezayir'de 1960'larda yaptığı ilk araştırmalarında, medrese ulemasının söz konusu işlevlerini etkileyici bir şekilde gösterir. Söz konusu araştırmada medrese ulemasının kan davaları başta olmak üzere çeşitli toplumsal sorunların aşılmasında "barış elçisi rolünü" oynadıklarını gösteriyor. Birkaç yıl önce Elazığ'da üç molla üzerine yaptığım ve henüz yayınlamadığım bir araştırmada, ben de bunu yakından gördüm. Aslında Medrese seydalarının toplumda "barış elçiliği rolü", Güneydoğu Anadolu'da halen devam ediyor. 30 sene öncesine kadar da çok yaygın. Kız kaçırma, kan davaları, adam öldürme, miras paylaşımı ve boşanma konularında yapıcı rolleri var. "Şeriata gidelim" diyor insanlar. Seydalar da şeriata göre bu sorunlarını çözüyor ve toplumsal bütünleşmeye katkıda bulunuyorlar.
7-8 Aralıkta, Diyarbakır'da gerçekleşen Akademi-Medrese Buluşmaları sempozyumunda tebliğimi sunmadan önce, seydalara "şeriat 1925 yılında kalktı, ama siz sivil şeriatı bugüne kadar ayakta tuttunuz" dedim. Hakikaten Türkiye'de medreseler ve tekkeler yasaklanmasına rağmen Doğuda din eğitimi ve şeriat sivil düzeyde seydaların omuzlarında devam etmiş. Bütün baskı, zulüm, yasak ve dışlama mekanizmalarına karşın bu devam etmiş. Bütün eksikliklerine ve zaaflarına rağmen bu olgu, medreseler ve seydaların Müslüman sosyolojisindeki kudretini gösteriyor. Türkiye'yi dolaylı yoldan besleyen önemli rollerini bugüne kadar da sürdürmüşler. Birçok ilahiyat hocası, müftü, vaiz ve din adamı buradan aldığı eğitimle kendisini geliştirmiş.
MEDAV, Dicle Üniversitesi ve Mardin Artuklu Üniversitesi öncülüğünde bu yıl Uluslararası Akademi-Medrese Buluşmalarının ikincisi, Medresenin Geleceği temasıyla gerçekleşti. Seydalar ve akademisyenler çok özgür bir şekilde birçok konuyu tartıştı. Medreselerin yenilenmesi, İslam toplumlarında farklı medrese tecrübeleri, online ve yeni pedagoji ile medreselerin uyumu, fen ve sosyal bilim yöntemlerinin medreselerde kullanımı, statü tanımlanması, ilahiyat ve imam hatip liselerine yapacağı katkı... Bütün bunlar farklı tebliğlerle ele alındı. Ben de "Çağdaş Din Çalışmalarında Yöntem Sorunu" adıyla bir tebliğ sundum.
Türkiye'nin birçok yerinden seydalar vardı. Onların konuşması, etkileşimi, bu faaliyetle beraber meselelerini konuşmaları ve kendi üzerlerine düşünmeleri imkânı oluştu. Diyanet İşleri Başkanlığı ile yapıcı ilişkilerin de önemli katkıları yansıyordu. Sadece geçmiş değil geleceğe yönelik ufuklar ortaya kondu. Sonuçta on yedi maddelik önemli bir sonuç bildirisi ortaya çıktı. İşte o maddelerden biri. Medreselerin yenilenme muhayyilesini çok etkileyici bir şekilde özetliyor:
"Medreselerin eğitim ruhunu kaybetmeden çağdaş dünyada varlıklarını sürdürebilmeleri için fenni ve sosyal bilimlerden de lüzumu görülen bir kısmının içinde yer aldığı yeni müfredatlar ile güncelleştirilmesi, günümüz ihtiyaçlarına yanıt vermeleri ve toplumumuza daha fazla katkı sunması açısından gereklidir".
Medreseler, klasik muhtevalarını kaybetmeden ve yenilenerek Türkiye'nin toplumsal hayatına daha etkili bir şekilde katkı vermeleri için artık yeniden statülerinin belirlenmesi gerekir. Seydalar, yeniden fedakârlıkları ile topluma rahat hizmet etmeleri ve insan yetiştirebilmeli. Bunun için de yeni kanuni çerçeve geliştirilmelidir. Medrese adının kutsal olmadığını tebliğimi sunarken de söyledim. İslami İlimler Tedrisatı adı da verilebilir. Ancak verilecek diplomalarla İHL ve İlahiyat Fakülteleriyle eş düzey haline getirilmeli. Nizamiye Medreselerinden sürüp gelen bu büyük geleneği yenileyerek korumalıyız.