Bahşedilen mi, dayatılan mı?

7 Haziran seçimlerinin ardından başlayan siyasi belirsizlik, Türkiye’yi nereye götürecek? Hepimiz bu sorunun cevabını arıyoruz. Peki gerçekten bu cevabı bulmak zor mu? Yoksa yıllar yılı cevaplamaktan kaçındığımız sorular yüzünden mi bu haldeyiz?

Bilen bilir, takip eden etmiştir. Bugüne kadar Kürt sorunu başlığı altında ne yazdıysam, şimdi de aynı çerçeveyi savunuyorum. Birtakım zeka özürlülerin iddia ettiği gibi dün IŞİD deyip, bugün Kürtlerle ittifak diyenlerden olmadım. Ne yazdıysam arşivde var.

Bu konu niye bu kadar önemli, neden ısrarla aynı başlıkların altını çiziyorsun diye soranlara, bir kez daha ifade etmekte yarar görüyorum. Dünyanın neresinde yaşıyorsanız, yaşadığınız coğrafyanın size bahşettiği, ama aynı zamanda dayattığı bir kader vardır. Bunu nasıl yönetebildiğiniz size kalmış. Siz yönetirseniz bahşedilenden faydalanmış olursunuz. Bir başkası sizin adınıza yönetirse, size dayatılanı kabullenmiş olursunuz.

Türkiye, zihinlerin kolayca kirletilebildiği, insanların çabucak komplo teorilerinin kıskacına düştüğü, karamsarlığın anında hakim olduğu bir ülke hala ne yazık ki. Bu durum size karşı hamle yapmak isteyenlerin elini rahatlatıyor. Oyun teorisi kurmak yerine, size karşı yapılan hesapları ve kurulan tezgahları hayatın merkezine alınca, eninde sonunda yönetilen haline geliyorsunuz.

Devasa bir imparatorluğun ardından, daracık bir alana sıkışmak, elbette sürekli bir ‘bölünme’ korkusunu besleyebilir. Hatta daha da geriye gidebilir, beylikler döneminden fetrete kadar uzanan bir tarih okumasıyla bu korkuyu derinleştirebilirsiniz. Ancak farkında mıyız bilmiyorum. Bu endişe bizi adım atamaz ve önümüzü göremez hale getiriyor. Üstelik eğer illa bir bölünme tehlikesi varsa, bunu giderecek bir devlet aklıyla hareket etmeyi de, en azından uzun soluklu olarak başaramıyoruz.

Daha anlaşılır kılmanın tek yolu, galiba gerçeği en yalın haliyle yazmak. Türkiye’de uzun yıllardır devam eden iktidar, siyasi denge ya da istikrar; adına ne diyorsak diyelim Kürtler tarafından sona erdirildi. HDP’nin barajı aşması için kurulan tezgahları, İstanbul sermayesinin ve uzantısı bir medya grubunun buradaki rolünü, oradan buradan aldıkları ödünç oyları, hepsini unutmadan söylüyorum. Eğer AK Parti’ye oy veren dindar veya muhafazakar Kürtler, 2015 yılında bu tercihlerini devam ettirseydi; şu anda yine tek başına iktidarı konuşuyor olacaktık.

Bu bizim üzerinde konuşmamız gereken, ama ısrarla etrafında dolaşmayı tercih ettiğimiz bir gerçek. Ankara’daki siyasi aklın, giderek bir ateş topuna dönüşen bu sorunla ilgili, acilen, yeniden ve kafasındaki anlamsız yükleri bir kenara bırakarak düşünmesi gerekiyor.

Hazır Ankara ve siyasi akıl demişken, şunun da altını çizelim. Kimse kimseyi kandırmasın. Bu parantezde herkesin yeri ve sorumluluğu var. HDP’nin cebine ödünç oy aktarmasını bilen CHP, her nedense iş bu ateşe dokunmaya gelince ortalıktan kayboluyor. MHP, siyasi çizgisi ve duruşu üzerinden ben bu konuda şunu söylüyorum ve şuradan şuraya kımıldamam deme lüksüne sahip değil.  Sadece AK Parti değil, herkes bu ateşe dokunacak, çözümle ilgili adım atacak. Aksi takdirde kendi elimizle zaten yeterince büyüttüğümüz bir sorun, günün birinde tümüyle bize hükmeder hale gelecek.

Son günlerde ortaya çıkan manzara, AK Parti’nin içinde olmadığı koalisyon modellerini neredeyse imkansız kılmış görünüyor. Makul olan da bu elbette. Ancak unutulmaması gereken, herkesin asıl sorunu yönetmeye, elini taşın altına sokmaya mecbur olduğu.

Gelin sahici sorular soralım ve aldığımız cevaplar bizi güçlü bir Türkiye’ye götürsün. Aksi takdirde dayatılan kadere razı olmaya doğru yuvarlanıp gideriz.