Bahtsız Bedevi

Hazirun, “Kemal Bey’in üslubundan kaynaklanan ‘arıza’ları vaktiyle çok eleştirdin. İşte sana fırsat. Göster tarafsızlığını!” diyecek.

Haklı da olacak...

Gerçekten de, Kemal Bey’in, içinde “hırsız”, “kalpazan”, “angus sığırı”, “ananı a... a...” gibi özlü ve “terbiyevi” deyişlerin geçtiği seçim konuşmalarını çok eleştirmiş, CHP yandaşlarından çok da tepki almıştım.

Muarızını “Bahtsız Bedevi”ye benzeten Başbakan Erdoğan’a da bir çift sözüm olmalıydı...

Değil mi?

İsterseniz, önce, “Bahtsız Bedevi” deyişine konu olan atışmayı bir hatırlayalım:

Kamunun borç stokunun GSYİH’ya oranı yüzde 61.5’den yüzde 22.4’e düşecek; 10 yıl öncesine kadar “üç haneli” rakamlarda seyreden enflasyon yüzde 7’ye inecek; ihracat beş misli artacak; yabancı sermaye girişi 1.5 milyar dolardan 16 milyar dolara fırlayacak; döviz rezervi tavan yapacak; Türkiye ekonomisi OECD sıralamasında 16. sıraya yükselecek; şu olacak, bu olacak ama anamuhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Türkiye kötü yönetiliyor, kurtuluşumuz kalmadı, Recep Tayyip Erdoğan bizi batırdı” diye seçmenin aklını çelmeye çalışacak.

Derken, Fitch çıkacak, Türkiye’nin kredi notunu yükseltecek.

Burada, anamuhalefet lideri adına bir “talihsizlik” söz konusu...

Hayır, elbette “Bahtsız Bedevi” demeyeceğim.

Talihsizlik...

Kelimenin gerçek anlamıyla “talihsizlik...”

Kemal Bey, belki de bu talihsizliğin icbar ettiği psikolojiyle, son zamanlarda rasyonaliteden kopuk bir görüntü çizmeye başladı. İnanmadığı ve halkta karşılığı olmayan politikaları seslendirmek suretiyle de, kendisini “mizah öznesi” haline getirdi.

Tartışma da bu noktada çıktı işte...

Kemal Bey, “Battık, batıyoruz, Türkiye elden gidiyor” derken, Fitch’in kredi notuna gönderme yapan Erdoğan sözü aldı ve “Ne zaman hükümeti yerse, dünyadan övgüler geliyor. Bahtsız Bedevi misali” diyerek, muarızının içinde bulunduğu talihsiz duruma “kendi lisanınca” açıklık getirdi.

Kemal Bey durur mu?

Dursa, gadre uğramış olacak...

Dursa, “mağdur ve mazlum” payesi kazanacak.

Dursa, “Üslubu beyan, ayniyle insandır” demeye hak kazanacak.

Durmadı ve cevabı yapıştırdı: “Libya, Suriye, Suudi Arabistan çöllerinde gezen sen değil misin? Dön bak aynaya göreceksin bahtsız bedeviliği... Benim bir uyarım var, çölde gezerken kutup ayılarına denk gelme...”

Bu gibi durumlarda, “Al birini, vur ötekine” denir.

Bunu diyen çok meslektaşımız oldu...

Peş peşe “Üslubu beyan...” yazıları yazıldı.

Bir televizyon kanalı daha da ileri gitti, “Artı 18” uyarısı yaptı.

Taraflar ayıplandı, küçümsendi, kınandı.

Biri de (bir “liberal büyüğümüz”) çıktı, olup bitenlerin bir “delilik” göstergesi olduğunu, “deliliğin önce utanma duygusunu yok ettiğini” yazdı ve hem Erdoğan’a, hem de Kılıçdaroğlu’na verdi veriştirdi.

Bana sorarsanız, “Al birini...” diyebilmek için, önce bunu deme hakkını elde etmek gerekiyor.

Ki, tarafları “utanmazlıkla” suçlayan meslektaşımıza baktığımızda, hiç de iç açıcı bir manzarayla karşılaşmıyoruz.

Hem önüne gelene “kof kabadayı”, “sefil” “zavallı”, “garson yamağı” diye saydıracaksın, hem de “terbiyeli insan” imtiyazını elinde bulundurup, birbirine dalan tarafları “utanmazlıkla” suçlayacaksın.

Eskiden, “Sen önce evinin önünü süpür” derlerdi.

Sen önce evinin önünü süpür, “Bahtsız Bedevi” meselesine sonra bakarız...