Bak, şamar geliyor ha!

Eski bir alışkanlıktır: Hükümetleri, darbeyle ve eski Başbakanların akıbetiyle korkutmak...

Bunu iş edinmiş mebzul miktar yazar var: “Bak, sonun Menderes gibi olur ha!” diye yazılar yazarlar.

Bunu, ilginçtir, “hükümetin iyiliği” için yaptıklarını söylerler.

Şu adımları atarsan, darbe olur... Atma.

Bu politikaları benimsersen, asker müdahale eder... Benimseme.

Menderes de o adımları atmıştı ama darağacından kurtulamadı.

Böyle yazılar yazarlar ve bunu da “sorumlu gazetecilik” diye pazarlarlar.

Burada “uyarı”dan çok, gizli bir meşrulaştırma çabası var sanki...

Darbeyi şarta bağlayan gizli bir meşrulaştırma çabası...

Bir vakitler, Türkiye’nin sayılı akademisyenlerinden biri, istikbaldeki darbeyi, “Başbakan Erdoğan’ın otoriterleşmesi” şartına bağlayan yüksek uyarı yazıları yazmıştı...

Şimdilik ufukta böyle bir şey görünmüyormuş ama Erdoğan otoriterleşmesi sürdürürse, bir darbe (27 Mayıs benzeri bir darbe) kaçınılmaz hale gelebilirmiş... Bunu elbette istemezmiş ama gidişat maalesef bu yöndeymiş.

Gidişatın bu yönde olduğuna ilişkin sayısız emare var...

Hayır, “otoriterleşmeden” söz etmiyorum.

Bazı mahfillerde bir 27 Mayıs beklentisi ve hazırlığı olduğu vakıa.

Sandıkta alt edilemeyen iktidarlara uygulanan tarife hep aynı olmuştur: Dar kadrolu cunta kalkışmaları eliyle tasfiye edilmek. Bunun örneğini 27 Mayıs 1960’ta gördük. Dolayısıyla, mevcut iktidara karşı bu nevi arzuların beslendiğini tahmin etmek zor değil.

Mahut akademisyen, 1 Mayıs’ı Taksim alanında kutlama ısrarının altında böyle bir niyet bulunduğunu/bulunabileceğini yazmıştı. Gezi’yi de, bu niyetin bir devamı olarak görmüştü.

Böyle niyetler her zaman vardır ve olabilir...

Biz niyeti değil, niyete cesaret verecek “olguları” konuşmalıyız.

Madem Erdoğan’ın otoriterleşmesi “darbe gerekçesi” olarak sunuluyor/gösteriliyor, biz öncelikle bu gerekçenin değirmenine su taşıyan ve iki cümlesinden biri mutlaka “diktatör Erdoğan” olan demokrat yazarların yazdıklarına bakmalıyız.

Bakıyoruz ve hayal kırıklığına uğruyoruz.

İktidara geldiğinden beri sürekli “savunma”halinde olan bir siyasi lideri sürekli “otoriterleşmekle, despotlukla, diktatörlükle” suçluyorlar ve daha da kötüsü, bunu bir “program” dahilinde yapıyorlar.

Burada iyi niyet yok.

Bir “çalışma” var. Ve bu çalışmanın uluslararası bağlantıları var.

Ürkütücü olan bu...

HAMİŞ:

Coşup coşup “hırsızlar, arsızlar” yazısı yazan, oy verdiği partiyi borçlandırmayı gazetecilik sanan, iki kelimesinden biri “yandaşlar” olan terbiyeli akademisyen Ahmet Turan Alkan, bu satırların yazarını terbiyesizlikle (herhalde terbiyesizlikle) suçluyor.

Hedef gösteriliyormuş...

Bunu biz, (Ahmet Taşgetiren ve ben) yapıyormuşuz.

Saldırılarımız devam ederse, hakkını mahkemede arayacakmış.

Bu gayetle müeddep ve burnundan kıl aldırmaz terbiyeli akademisyen, daha önce yazdıklarına bir göz atsın, nasıl bir “terbiye anlayışıyla” yazıya kalkıştığını görsün, sonra çıkıp “terbiye dairesinde zaruri bir açıklama diye yazılar yazsın.

En müeddep ifadesi “hırsızlar, arsızlar, yandaşlar” olan birinden mi öğreneceğiz terbiyeyi?

Mahkemeye gitsin...

Elinden geleni ardına koymasın...