Bakan Bozdağ: Ne yaptığımızı biliyoruz her şey hukuka uygun



Bozdağ: Operasyonun hedefi sadece AK Parti’yi 30 Mart’ta milletin gönlünden düşürmek değildir, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde önünü kesmektir. Ama halkımız her zaman duası ve desteğiyle bizim yanımızda. Hukuk dışına çıkana karşı hukuk işler.


17 Aralık’tan beri Türkiye yolsuzluk ve rüşvet iddialarına sarmalanmış yeni ve seyreltilmiş bir darbe girişimiyle karşı karşıya. Halk bu konuda ne düşündüğünü 30 Mart’ta söyleyecek. O vakte kadar yürütme erki “paralel devlet örgütü”ne karşı devletin, siyasetin alanını ve toplumun hakkını hukukunu korumakla yükümlü. Bu mücadelenin yürütüldüğü hukuki çerçeveyi ve yaşananların anlamını Adalet Bakanı Bekir Bozdoğ ile konuştuk. Bunca zor ve zorlayıcı duruma rağmen Bozdağ, taşıdığı sıfatın sınırlarını aşmamak konusunda hayli dikkatliydi. Yürütme erki olarak yargının bağımsızlığını savundu ve Hükümetin hukuken ne yaptığını, sürecin nasıl yürüyeceğini anlattı.

Daha önce Başbakan yardımcılığı da yapan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ şu sorularımıza yanıt verdi: Paralel devlet yapılanmasıyla yürütülen mücadelenin hukuki çerçevesi nedir? Paralel yapıya karşı hukuki süreç başladı mı? AK Parti en zayıf noktasından mı vurulmak isteniyor? Savcılara yolsuzluk rüşvet dosyalarını kapatın denildi mi? Yasadışı da olsa dinlemelerin yayınlanmasında kamu yararı var mıdır? AK Parti Ergenekon, Balyoz davalarında ortaya saçılan dinleme kayıtlarıyla ilgili de bugünkü gibi bir hassasiyet göstermiş miydi? AK Parti yargıyı cemaate mi teslim etti? Hasta tutuklu ve hükümlülerle ilgili yeni bir çalışma var mı?

17 Aralık’ta Türkiye yeni bir durumla karşı karşıya geldi. Devletin başı olarak Cumhurbaşkanı, Hükümetin başı olarak Başbakan paralel devletin varlığına vurgu yapıyor. Başbakan mücadele edeceğiz dedi. Adalet Bakanı olarak söyler misiniz paralel devletle mücadele ederken uyguladığınız hukuki çerçeve nedir, nelere dikkat ediyorsunuz?

17 Aralık ve devamında yaşananlar nedeniyle Türkiye’nin yolsuzluk kılıfıyla kamufle edilmiş siyasi bir operasyonla karşı karşıya olduğu gerçeği bütün kesimler tarafından kabul edilmektedir. Biz yolsuzlukla etkin mücadele etmiş bir hükümetiz. Bu sayededir ki Türkiye’de her alanda yatırımlar ve imkânlar katlanmıştır. Bizim elde ettiğimiz bu başarının altındaki en önemli nedenlerden birisi de, şüphesiz milletimizin hakkını yememe ve kimseye yedirmeme hususunda verdiğimiz samimi mücadeledir.

YOLSUZLUKLA ETKİN MÜCADELE ETTİK

12 yıldır bir partinin hükümet ettiği bir dönemden bahsediyoruz. Bir önceki dönem, 90’lı yıllar yani Türkiye’de bankaların içinin boşaltıldığı, devletin her kurumunda çok büyük yolsuzlukların yaşandığı yıllardı. Türkiye buradan temizlenmeye çalışıyor. AK Parti hükümetlerinin de bu konuda mühim çalışması oldu ama büyük yatırımların yapıldığı iktidar döneminde iddiaların hükümet içine uzandığı bir durumla ilk kez mi karşılaşıyor AK Parti?

AK Parti, on milyona yakın üyesi olan büyük bir parti. Böylesine büyük bir topluluk içerisinde eksiği ve yanlışı olan hiç kimse yoktur demek yanlış olur. Ak Parti’nin yönetimi ve Ak Parti Hükümetleri, her zaman yanlışın karşısında olmuştur. Atan yatırımlar, artan bütçeler, artan kişi başına milli gelir vesaire bunların hepsi, iyi yönetim yanında yolsuzlukla verdiğimiz etkin mücadelenin de bir sonucudur. Yolsuzluğun olduğu yerde 25 0lan hava alanı 50’ye, 76 0lan üniversite sayısı 180’e, 230 milyar dolar olan milli gelir 800 milyar doların üstüne, 6100 km. olan bölünmüş yol 18 bin km. üstüne, 43 bin olan tolu konut 500 bine vs… çıkar mı, çıkarılabilir mi? Biz “Yolsuzluk yapan evladım dahi olsa evlatlıktan onu reddederim.” Diyen bir liderin arkasından gidiyoruz. Başbakanımızın bu yaklaşımı, yolsuzluk karşısında bizim hem hukuki hem de ahlaki duruşumuzun ifadesidir.

EN ZAYIF DEĞİL EN GÜÇLÜ OLDUĞUMUZ YER BURASI

AK Parti 12 yıldır uzun bir dönemdir iktidar. Bu sürede hükümeti düşürmeye yönelik çeşitli olaylarla, müdahalelerle karşılaşıldı. Askeri hukuki darbe girişimleri, suikast girişimleri oldu, sistemi kilitleyecek yollar denendi, kitleler harekete geçirildi, Gezi olayları oldu, şimdi de emniyet-yargı müdahalesi var yolsuzluk rüşvet iddialarına dayandırılan. Bu defa Hükümetinizi düşürmeye yönelik operasyonun yolsuzluk temalı olmasını neye bağlarsınız? Para pul işlerinin AK Parti’nin en zayıf noktası olduğu, o yüzden oradan vurulduğunu söyleyenler de var?

Para pul konusunun Ak Partinin en zayıf olduğu iddialarına katılmıyorum. Aksine Ak Parti’nin en güçlü yolduğu yönlerin başında yetimin hakkını, milletin hakkını yememe ve yedirmeme konusundaki samimiyeti ve bu konularda verdiği samimi ve etkin mücadeledir. Yolsuzlukla üzerimize gelindiği doğrudur. Bunun nedeni, bana göre, en zayıf noktasından Ak Parti’yi vurmak değil; aksine Ak Parti’nin en güçlü noktası ve milletten en yüksek oy alma nedenlerinden biri olan “Bunlar kul hakkı yemez ve yedirmez” imajını yok etmektir; millete dönüp “Bakın bunlar da milletin hakkını yiyor ve yediriyorlar, bunlar da bozuldu” diyerek, halkımızın bize olan güvenini ve desteğini yok etmek istiyorlar. Herkes biliyor ki Türk halkı, yiyeni de yedireni de sevmez. Ama müfteriler boşuna kürek çekiyorlar. Çünkü halkımız; Başbakanımız Sayın Tayyip Erdoğan’ın milletin ve yetimin hakkını yemediğini, yedirmediğini ve de hiç kimseye yedirmeyeceğini, milletin hazinesine uzanan elleri kırdığını ve bundan sonra da uzanan el oldu mu onu da kıracağını bilmekte ve başbakanımıza bu noktada güvenip inanmaktadır.17 Aralıkta başlayan sürecin ana hedefi, bu güven ve inancı yok etmektir, Ak Parti ile Başbakanımız Sayın Tayyip Erdoğan ve Ak Parti arasındaki sevgi, güven ve destek bağını koparmaktır. AK Parti’nin gücünün kaynağı milletimizin duası ve desteğidir.Halkımız, her mücadelemizde duası ve desteğiyle her daim yanımızda olmuştur. Şimdi, milletimizin bu sevgisini, bu inancını, bu duasını ve bu desteğini yok etmek isteyen bir suikastla karşı karşıyayız.

YENİ MÜTTEFİKİN VARLIĞI

Öncekilerden farkı nedir bu yaşananın?

Geçmişte Ak Parti iktidara gelmesin diye farklı çalışmalar yapıldı. İktidara geldikten sonra da iktidardan indirmek için çok çalışma yapıldı. “Muhtar bile olamaz.”, “Beş milyarlık serveti var” ve benzeri gazete manşetleri, seçme giderken Hasan Celal Güzel’in Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı olmasının yasal olduğuna dair kararına rağmen Anayasa Mahkemesi’nin sayın Genel Başkanımız Tayyip Beyin kurucu genel başkan olamayacağı kararı vermesi, Ak Parti’ye kapatma davası açılması ve sayın Başbakanımızın memnu haklarını iade eden karar kesin olmasına rağmen temyiz edilip bozularak milletvekili seçim listesinden isminin silinmesi gibi yargısal süreçler ve kararlar, kimi sermaye çevreleri, kimi medya çevreleri, kimi bürokratik oligarşiye hükmeden kesimler, kimi karanlık ve hukuk dışı güçler, Ak Parti iktidarını engellemek için çok çalıştı ama başaramadı. İktidara geldikten sonra pek çok darbe planları (Balyoz, Ergenekon, Kafes vb.), cumhuriyet mitingleri, 367 kararı, 27 Nisan bildirisi, Danıştay saldırısı, kapatma davası, Türkiye’yi krize sokma çalışmaları, gezi olayları, 7 Şubat 20012 Mit Müsteşarına dönük süreç ve benzeri pek çok açık ve kapalı iktidarımıza karşı çalışmalar ve çabalar olmuştur. Bütün bu süreçte Ak Parti ve hükümetlerimiz, daha fazla demokrasi, daha fazla hukuk diyerek, milletin emanetine sahip çıkarak ve her işini milletle milletin iradesi doğrultusunda yaparak başarılı olmuştur. Geçmişte partimiz iktidar olmasın, iktidar olmamızdan sonra ise partimizin iktidarı son bulsun diye her yolu mübah görüp deneyen çevreler, 2011 seçimlerinden sonra aralarına yeni müttefikler katmış, Ankara’nın dışında da iktidarımıza ve partimize karşı yeni stratejiler geliştirmektedirler. Bu stratejinin ana hedefi, halk desteğini Ak Parti’nin arkasından çekmek, Ak Parti’nin karşısında olanları böylece daha da artırmaktır. Bu sürecin diğerlerinden farkı; bir, bu ana politika değişikliği, kincisi de daha önce Ak Parti’ye destek vermiş Türkiye’nin her yerinde mensupları bulunan cemaati yanına almış olmalarıdır. Öyle anlaşılıyor ki Türk halkını bugüne kadar yanına almayı başaramamış çevreler, aralarına kattıkları yeni müttefikleriyle Türk halkını yanına almayı, bunun ilk meyvesini de 30 Mart 2014 seçimlerinde görmeyi ummaktadırlar. Ama bu boş bir umut. Çünkü gerek 17 Aralık operasyonları, gerek eski müzmin karşıtların aralarına aldıkları yeni müttefikleri ve gerekse artan dış destekleri, Ak Parti ile milletimiz arasındaki gönül bağını, muhabbet bağını koparamaz.

KAVGAYI ÇANKAYA İÇİN ÇIKARDILAR

Nihai hedef nedir, hükümet değiştirmek, düşürmek mi?

Bu operasyonların ana hedefi, genel de Türkiye’nin istikrarı, artan güç ve itibarı, güven ortamı ve bütün bunları temin eden Ak Parti iktidarıdır. Son on iki yılda Türkiye’nin her alanda katlanarak büyümesinin sebebi siyasi istikrardır, güçlü Ak Pati iktidarı ve bu iktidarın iyi, kararlı ve iş bilen başarılı yönetimidir. Ak Parti’nin gücünün kaynağı da daha önce söylediğim gibi milletimizin gücü ve desteğidir. Milletimizin böylesine büyük bir destek vermesinin ve duasının nedeni Başbakanımıza karşı aziz milletimizin samimi sevgisidir. Bu operasyonun birinci hedefi, başbakanımız ve genel başkanımız Sayın Tayyip Erdoğan beyefendiyi ve yakın çalışma arkadaşlarını önce itibarsızlaştırmak, sonra da Ak Parti ile milletimizin kurduğu gönül bağını koparmaktır. Bu operasyonun ikinci ve özel hedefi ise Ağustos 2014’te yapılacak Cumhurbaşkanı seçimidir. 30 Mart seçimleri, bu anlamda bir ön provadır. Eskiden Cumhurbaşkanını Meclis seçerdi. Onun için de her Cumhurbaşkanı seçimi öncesi Ankara karışırdı. Şimdi Cumhurbaşkanını halk seçecek. Bu yüzden de hem Türkiye’yi karıştırmak ve hem de kirli oyunlar ve iftiralarla halkın tercihlerini etkilemek istemektedirler. Yerel seçimlere az bir zaman kala bu sürecin başlatılması, yerel seçimler öncesi halkın tercihlerini etkileyerek 1989’da rahmetli Özal’ın yaşadığı seçim şokunu, bu sefer Ak Parti’ye ve sayın başbakanımıza yaşatmak istiyorlar. O zam ki ana tema da yolsuzluk şimdi ki ana tema da. O dönemde oynanan oyun başarılı olmuş, merhum Özal’a gönül vermiş insanların ANAP’a oy vermeleri engellenmişti.30 Mart 2014’te 1989’u tekrar ettirmek için uğraşılmaktadır. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere Ak Parti’ye Belediye seçimlerini kaybettirmek, Ak Parti’yi iktidardan indirmek isteyenler ile Ak Parti adayının Cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek isteyenler için doping etkisi yaratacağı muhakkaktır. Ama bu, gerçekçi bir beklenti değildir. Çünkü Türkiye 1989’un Türkiye’si değildir. Köprünün atından hem çok zaman geçmiş, hem de o günden bugüne çok şey değişmiştir.

KILIÇDAROĞLU’NUN YAPTIĞI GAYRİ AHLAKİ VE GAYRİ HUKUKİDİR

Son aylarda olayların ritmi iyice hızlandı, bir güne birden fazla olay sığabiliyor. Siyaset, devlet, medya, toplum olarak Tüm Türkiye çok yoruldu. 30 Mart’a bir buçuk ay, Ağustos’a ise aylar var. Bu zaman dilimi hep bu tempoyla mı devam edecek, ne bekliyorsunuz, neler olacak?

CHP grup toplantısında Sayın Kılıçdaroğlu bir tapeyi dinletti. Bu, haberleşme hürriyetinin, özel hayatın ve soruşturmanın gizliliğinin alenen ihlaldir, alenen suçtur. Adil yargılanmayı etkilemedir, bu da ayrı bir suçtur. Kişi hürriyeti ve güvenliği, özel hayatın gizliliği, haberleşme hürriyeti, masumiyet ilkesi ve soruşturmanın gizliliği; insanların onurunu, haysiyetini ve hukukunu korumak içindir. Gizliliğe rağmen soruşturmaların bazı içeriklerinin gazete ve televizyonlarda yer alması, soruşturmaları bir linç kampanyasına dönüştürmekte, insanların onurunu, hukukunu ve masumiyetini yok etmektedir. TBMM, maalesef uzun bir zamandır CHP ve sözcüleri aracılığıyla mahkeme salonuna dönüştürülmüştür. Haklarında soruşturma olan şüpheler, daha sanık olup olmayacakları belli olmadan sanık yapılmış ve mahkum edilmişlerdir. CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu, son iki grup toplantısında gizli olan tapeleri alenen dinletmiştir. Hiçbir genel başkan, böylesi bir ilkelliği, ayıbı ve hukuksuzluğu yapmamıştır. Bu milletin ahlakı insanların gizli yönlerinin araştırılmasını, kasete alınmasını, kasetleri izlemeyi-izlettirmeyi ve dinlemeyi-dinlettirmeyi doğru görmez. Bu, hukuki bir şey de değil. Hukuk bunu suç sayar. Bu, kötü bir yol açtı. Kılıçdaroğlu’nun yaptığını başkaları yapıp CHP’lilerle veya başkalarıyla ilgili şantajcıların, kirli hesabı olanların kaydedip servis ettiği kasetleri koysa doğru olur mu? Doğru olmaz. Sayın Kılıçdaroğlu, Ak Parti’ye dönük yürütülen kirli operasyonda bu tutumuyla taşeronluğu tercih etmiş gibi görünüyor. CHP ve MHP’lilerle ilgili kasetleri, başka partiler Sayın Kılıçdaroğlu’nun yaptığı gibi gruplarına getirip, izletseler de siyaset mi yapmış olurlardı? Yoksa ahlaksızlık mı yapmış olurlardı? Bence ahlaksızlık yapmış olurlardı, suç işlemiş olurlardı, ayıp yapmış olurlardı. Dinlemelerin yasal olup olmadığı, yapılanın ahlaksızlık olmasını, yapılanın hukuksuzluk olmasını önlemez. Sahi, bu gizli olan kayıtları Kılıçdaroğlu satır satır nerden bilmektedir?

MECLİSTE DEDİKODU VE İFTİRA MI KOL GEZECEK?

Gayri siyasi mi peki Kılıçdaroğlu için de?

Bu, sadece Kılıçdaroğlu açısından değil, herkes açısından gayri ahlakidir, gayri hukukidir ve gayri insanidir. Kılıçdaroğlu bunu yaptığında, isterdim ki, bütün yazılı ve görsel medya bu gayri ahlaki ve gayri hukuki iş karşısında ayağa kalksın ve ortak tavır koysun. Ak Parti Genel Başkanı ve Başbakanımız, Sayın Baykal’la ilgili olduğu söylenen kasetlerin derhal kaldırılması için Ulaştırma Bakanı’na talimat vermişti. Başbakanımızın tutumu ile Sayın Kılıçdaroğlu’nun tutumu mukayese bile edilemez. Bu, Sayın Kılıçdaroğlu’nun hanesine yazılan bir olumsuzluktur, siyasetin seviyesinin ahlak sınırları ve hukuk sınırları dışına taşınmasıdır.

HEDEFTE BAŞBAKANIMIZ VAR

Bu dinlemeleri yapan ve böyle bir zamanlamayla sızdıranların siyasi hesabıyla, kendisine sızdırılan bu dinlemeleri Meclis çatısında yayınlayan Kılıçdaroğlu’nun siyasi hesabı örtüşüyor mu sizce?

Kılıçdaroğlu’nun siyasi hesabı, kasetler yoluyla Sayın Başbakanımızı yıpratmak ve belediye seçimlerinde Ak Parti’nin oyunu azaltmak. Sayın Kılıçdaroğlu, Ak Parti aleyhine gezicilerle ittifak kurmuştu, şimdi de kasetçilerle birlikte hareket ediyor. Yıllardır aleyhinde kesimlerle birlikte hareket etmeye çalışıyor. Öyle görünüyor ki, kim Ak Parti ve Başbakanımız aleyhine ise onlarla, hiçbir ahlaki ve hukuki sınır tanımadan işbirliğine hazır bir Kılıçdaroğlu var.

KASET YAYININDA KAMU YARARI VAR MI?

Kasetlerin yayınlanmasıyla ilgili olarak Masumiyet karinesi, soruşturmanın gizliliği gibi kavramlar haklı olarak sık sık hatırlatılıyor, doğru olan da bu ama öte yandan “bu kasetlerin çıkmasının kamu yararı da var” deniyor. Buna nasıl bakarsınız?

Fadime Hanım burada özel hayatın gizliliği, haberleşme hürriyeti, soruşturmanın gizliliği, kişi hürriyeti ve güvenliğini çok iyi anlamak lazım. Bunlar anayasada niçin var ve niçin teminat altına alınmış? İnsanların onurunu, haysiyetini ve hukukunu korumak için. Gizli olan soruşturmanın içindeki evrakın servis edilmesi, soruşturmanın bir linç kampanyasına dönüşmesine yol açar. Masumiyet karinesini yok eder. Hiçbir gerekçe –buna kamu yararı da dahil-, insan onurundan daha önemli değildir. Soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilerek yürüyen süreçler, kişileri yargılamadan linç etmeyi, yargılamadan mahkum etmeyi hedefler. Şu anda Ak Parti’ye dönük yapılan da yargılamadan mahkum etme sürecidir.

Olan bu mudur?

Bence olan budur. Aksi takdirde şüphelilerin, daha sanık olmadan sanık, mahkum olmadan mahkum ilan edilmesinin bakaca bir anlamı olmasa gerektir. Bu linç ve karalama kampanyasının, sandıkta Ak Parti aleyhine oya dönüşmesi de diğer önemli bir hedeftir.

KEŞKE O ZAMAN SESİMİZİ DAHA GÜR ÇIKARSAYDIK

Sorulan sorgulanan bir nokta da şu: Dün Ergenekon, Balyoz gibi davalarla ilgili yasal ya da yasa dışı ses kayıtları, üretilmiş deliller havada uçuşurken, medyada yayınlanırken sizin buna bakışınız nasıldı?

Başbakanımız İlker Başbuğ ile ilgili terör örgütü nitelemesi yapıldığı zaman en yüksek sesle kabul edilemez olduğunu söyledi, bizler söyledik. Başka arkadaşlarımız söyledi, cumhurbaşkanımız söyledi. Ama şimdi ben geriye dönüp baktığımda, keşke bu yanlışlar karşısında biraz daha yüksek sesle konuşmuş olsaydık diyorum. Ama bakın dün bu konudaki CHP’nin söyledikleriyle bugün söyledikleri birbiriyle yüzde yüz zıt şeyler. O yüzden biz diyoruz ki siyaset bu yaşananlardan da bir ders alsın. Eğer siyasetçi yaşananlardan ders alıp kendinde doğrulara göre tutum alma kabiliyeti bulamıyorsa veya yeni bir irade ortaya koyamıyorsa o zaman yanlışa körü körüne devam ediyor demektir. Şu anda CHP’nin yaptığı dün eleştirdiğini bugün yapmak, dün özel hayat ve soruşturmanın gizliliği deyip hassasiyet istediğini bugün yapmayıp, aksine gizli olan şeyleri hem de kendi grubunda alenen dinletme seviyesizliğini göstermektir.

YARGI CEMAATE Mİ TESLİM EDİLDİ?

Şimdi soracağım soruyu sorabilmem için şu resmi çıkarmam lazım: Bugün CHP ile ittifak ettiği görülen paralel yapı, dün CHP’nin karşısındaydı ve CHP’nin eski müttefiki olan askeri vesayetçilerin tasfiyesinde aktif rol almıştı. Bugün AK Parti’ye karşı el ele verseler, işbirliğine girseler de dün karşı karşıya idiler yani. Bu yapı AK Parti’nin yanında, askeri vesayetin karşısında idi. Ama bu yapının bugün harekete geçirdiği mekanizma, yargıya, emniyete, bürokrasinin değişik kademelerine esasen AK Parti iktidarında yerleşti ve güçlendi. Soru şu: AK Parti bu yapıya “alnı secde görenlerin hukuka, ahlaka, vicdana aykırı işi olmaz” diye mi itimat etti? Askeri vesayetin devamı için suç işleyenleri, suça teşebbüs edenleri bürokrasiden ayıklanma ve yargılanma işini yani “adaleti” cemaate mi teslim etti?

Türkiye’de insanların farklı siyasi dini görüşlerinin olması veya farklı gruplar içinde yer almaları son derece normaldir. Ama insanlar kamu görevi yapıyorlarsa kanuna ve mevzuata uygun olarak yapmaları ve bu bağlantıları işe katmamaları gerekir. Biz siyasi partiyiz, Başbakanımız bakanlar bir takım görevler yapıyorlar, biz görevlerimizi yaparken dikkat ettiğimiz en önemli şey anayasaya ve yasalara uygun davranmaktır. Hükümetin parti programını uygulaması yasal bir şeydir, Meclis’ten onay alıyor ve hükümet programını hayata geçiriyoruz. Bütün işlerimizi yasal çerçevede yapıyoruz. Bu son derece önemli. Bir yerde görev yapan insanlar kendilerini yasalar dışında başka bir yere bağlı görürse, hiyerarşi dışında başka yerlerden aldıkları talimatları uygulamaya koyarlarsa işte orada hukukun çiğnenmesi söz konusu olur. Hukuk da buna karşı kendisini korur. Biz kamuda görev alan bütün insanların görevlerini anayasa ve yasalar çerçevesinde yapmasına inandık ve öyle de inanıyoruz. Yasaların dışına çıkanlara karşı elbette hukuki yaptırımlar uygulanır.

KAMUDA TEKTİPLEŞME VAR MI?

Kamuda tek tipleşme, gruplaşma oldu mu peki?

Her kamu görevlisinin siyasi görüşü, dini inancı ve başka yönleri itibariyle birbirinin aynı olduğu düşünülemez. Farklılıkların olması normaldir, zenginliktir. Biz hükümet olarak, tek tip bir yapılanmayı hiç arzu etmedik, bundan sonra da arzu etmeyiz. İsteriz ki hangi görüşe ve inanca mensup olursa olsun ehil her insanımız kamuda görev alsın. Kamu kurumlarında anayasa ve yasa dışına çıkan, kendi hiyerarşik amirlerine bağlı hareket etme yerine başkalarının emri ile hareket eden varsa bizim bunlara göz yummamız, bu ilkelliği kabul etmemiz mümkün değildir. Bu gibi durumlarda yasaları uygulamak ve uygulatmak bizim görevimizdir.

EMNİYETTEKİ ATAMALAR RUTİN

Emniyette yer değiştirmeler oldu…

Emniyetteki yasal tasarruflar, insanlar işten çıkarılıyormuş gibi yansıtılmaktadır. Bu, yanlıştır. Emniyet Müdürü, Vali veya başka bir birim amiri değişirse kendisiyle çalışacağı kişilerle ilgili yeni bir görev dağılımı yapar. Bu, her zaman yapılabilir. Yeni atananlar da bunu yaparlar. Bazı il müdürleri değişince, onlarda kendileriyle çalışacağı kişiler arasında yeni görevlendirmeler yaptı. Trafikte çalışan bir görevli kaçakçılığa veya başka bir yere verildi. Çalıştığı il aynı, çalıştığı müdürlük aynı, sadece yaptığı iş değişti. Bu, sürgün değildir, tasfiye değildir, yeni bir düzenlemedir ve yasaldır. Bunlar her zaman yapılan rutin bir işlemdir.

YARGIDA DENETİM ZATEN İŞLİYOR

Yargıdaki durum nedir?

Bizim adli ve idari yargıda görev yapan 14 bin civarında hakim ve savcımız var. Bunların hepsini paralel yapının emrindeymiş gibi görmek ve göstermek doğru değildir. Hakimler ve savcılar arasında anayasa ve yasalar dışına çıkarak hareket edenler varsa, onlarla ilgili yasaların öngördüğü prosedür çerçevesinde işlemler elbette yapılabilir. Bunu Adalet Bakanlığı yapmaz, yapamaz. Hakim ve savcılarla ilgili şikayetleri inceleyip karara bağlamak, HSYK’nın görevidir.

YAPTIĞIMIZ HER ŞEY HUKUKA UYGUN

HSYK’daki son atamaları Adalet Bakanlığı mı yaptı, yapıyor?

HSYK’daki son atamaları, birinci daire yaptı. Bu dairede Adalet Bakanı yok. Bu atamaların önemli bir kısmı rutin mazeret atamalarıdır. Gerçek bu olmasına rağmen malum bazı çevreler bunu yargıda tasfiye diye yansıttılar. Burada da bir karalama kampanyası yürüttüler. Bunun sebebi; yukarıda ifade ettiğim gibi hükümet yargıda tasfiye yapıyor, hükümet süren bazı davaların üzerini örtüyor inancını halk arasında, Türkiye kamuoyunda ve uluslar arası kamuoyunda yerleştirmek olabilir.

GEREKENİ YAPMAK HÜKÜMETİN VAZİFESİ

17 Aralık’ta görünür olan ve hukuk dışına çıktığı yani suç işlediği düşünülen paralel devlet yapısına mensup kişilerle ilgili hukuki süreç başladı mı?

Fadime Hanım, bu yaşananlar devletin içinde hizmet eden kamu görevlilerinin görevlerini yasalar çerçevesinde yapması ve daha titiz olması gerektiği konusundaki gerekliliği daha net ortaya koyuyor. Farklı inançlar görüşler elbette olacak. Ama bunlar devlet içinde kendisini ayrı bir yerde konumlandırır, kendini ayrı bir devlet olarak görürse veya kendileri dışında başka grup ve kişilerin kamuda yer almasına var olmasına yükselmesine engel olmak şeklinde bir tutum içine girerse buna göz yummak da doğru değildir hukuken de mümkün değildir. Bizim anlayışımız, bu devletin 76 milyonun olduğu ve 76 milyonun da kamu görevine girme yükselme ve bu yolla devlete ve millete hizmet etme hakkı vardır. Bu hakkın en geniş anlamda kullanılmasını sağlamak da ülkenin yönetici aklı olan Hükümetin vazifesidir. Biz bunu yapıyoruz. Devlet içinde devlete hâkim olmak isteyenler olursa hükümet elbette buna karşı yapılması gerekenleri hukuken yapar. Bundan sonra kamu görevlileriyle ilgili durumlarda da Hükümet daha titiz davranır ve ülkenin her bir ferdinin objektif kurallarla bu devlette kamu görevini yapması sağlar.

YARGI, PARALELİN YARGILANMASINDA DA BAĞIMSIZDIR

Kamuoyunda medyada Hükümete yönelik olarak “madem paralel yapı var, suç işliyor diyorsun, o zaman ortaya belgesini koy ve yargılamaya başla” çağrısının cevap bulması açısından netleştirmek istiyorum. Böyle bir yargı süreci var mı, başladı mı?

Yargı yürütmenin dışındadır, yargı bağımsızdır. Şu anda kamuoyunda yapılan tartışmalar, medyada yapılan yayınlar, siyasetçilerin yaptığı açıklamalar elbette ki yargı tarafından da takip edilir ama bunlarla ilgili bir soruşturma başlatıp başlatmama, soruşturmalar sürdürüldüğü takdirde iddianameye dönüştürülüp dönüştürülmeyeceği tamamen yargının tasarrufunda olan bir konudur.

Sizin bir bilginiz de yok yani, öyle mi?

Bizim bilgimizin olması mümkün değildir.

SUÇ DUYURUMU BİLE ÇARPITTILAR

Siz “bir vatandaş ve bakan olarak suç duyurusunda bulunuyorum” demiştiniz. Suç duyurunuz işleme kondu mu peki?

Hatırlarsanız benim suç duyurum, soruşturmanın gizliliğinin ihlaliyle ilgili tartışmaların yapıldığı o ilk günlere rastlar. O zaman dosyalar çıktı konuşuldu. Dosyalar kimden çıkabilir, ya cumhuriyet savcısından iki, ya zabit kâtibinden ya da kolluktan çıkabilir. Veya bunların dışına çıkabilir. Herkes bir noktada hemfikir. Bunlardan birinde bir zafiyet olmadan üçüncü bir kişinin bunları alabilmesi imkânsızdır. Ben buradan ihbarda bulunuyorum bunlarla ilgili yasal işlemlerin yapılması lazım, her kim soruşturmanın gizliliğini ihlal etmişse cezalandırılması lazım dedim. Bunu da maalesef pek çok kişi çarpıttı. Soruşturmayı niye açtınız niye yürütüyorsunuz gibi bir suç duyusunda bulunuyormuşum gibi bir çarpıtmada bulundu. Yasalarda konulan kurallara uyulmamasının müeyyideleri vardır yasalarda. Ben bunu hatırlatıyorum.

ÜÇ HAKİMLE DİNLEME İZNİ ZARURİ

ÖYM’lerin, TMK’nın kaldırılması, tutukluluk süresinin kısalması, yasal dinlemelerin zorlaştırılması kamuoyunda çok olumlu düzenlemeler olarak değerlendiriliyor ama: Yasal dinlemelerde tek değil üç hâkimin ortak kararının aranması, hâkimlerin karara varamaması halinde bu defa suç takibinin yapılamamasına, dolayısıyla güvenlik zafiyetine yol açmaz mı? Bu aşırı temkinlilik de bu defa hukuku bu yönden kilitlemez mi?

Bu konu eleştiriliyor ama bunda haklı yönler var haksız yönler var. Tabi Türkiye’de bu dinlemelerden herkes rahatsız. Acaba ben dinleniyor muyum, teknik takipte miyim, evim mutfağım yatak odam gözleniyor mu diye herkes tedirgin. Herkes Hükümetten bu konuda tedbir alınmasını istiyor mu? o zaman bizim kişi güvenliği, haberleşmenin gizliliği, özel hayatın gizliliği gibi anayasa ve uluslar arası diğer sözleşmelerle güvence altına alınan hakkının hukukunun korunması için dinlemenin usulünü daha güvenilir bir esasa balamamız doğru olandır. Şu söyleniyor. Ağırlaştırılmış hapis cezası oy çokluğuyla, dinlemeler oy birliğiyle, nasıl olacak deniyor. İkisi arasında şöyle bir fark var. Ağırlaştırılmış hapis cezası aleni bir yargılama sonucunda aleni şekilde veriliyor. Hakkında karar verilecek kişi kendisini her türlü hukuki meşru kanalla savunabiliyor. Farz edin mahkeme aleyhte karar verdi, kararı Yargıtay’a temyize götürebiliyor. Yargıtay diyelim ki kararı onadı, tashihi karar yoluna gidebiliyor. Orası aleyhe çıktı AYM’ye bireysel başvuruda bulunuyor. Orası da olmazsa AİHM’e gidiyor. Yani birçok denetim mekanizması var, etkin savunma yapmasına mücadele yapmasına yasalarımız izin veriyor. Ama bir kişiyle ilgili bir dinleme kararı verileceği zaman sizin Fadime Özkan olarak bundan haberiniz yok. Hangi suçla ilgili olduğunu bilmiyorsunuz. İtiraz veya temyiz yoluna gitme imkânınız yok. Ve sizi bir isnat ile dinliyorlar ve o isnat belki sizin müebbet hapis ağırlaştırılmış hapis cezası almanıza yol açabilecek sonuçları doğurabilecek. Basit gerekçelerle hakkınızda böyle bir karar verilmemesi doğru olandır. Bunun için de kararın daha yetkin bir heyet tarafından oy birliğiyle verilmesi önemlidir. Kişinin haklarını, özel hayatını korumaya dönük önemli bir adımdır. Bu adımın halkta destek bulmasından memnunum. Bir kişiyi örgüt isnadıyla üç yıl beş yıl ömür boyu dinleme yoluna dahi gidiliyordu. Böyle şey olmaz. Suç varsa isnat varsa ve bir kişiyi seni ben suç işlediğini ortaya çıkarana kadar ömür boyu dinleyeceğim diyen bir hukuk devleti olamaz. Biz bu konuda vatandaş lehine önemli ve daha güvenli bir düzenleme getiriyoruz.

HASTA HÜKÜMLÜLERLE İLGİLİ YASA GELİYOR

Hasta tutuklu ve hükümlülerle ilgili kamuoyunda hem büyük bir beklenti var, hem bir yandan bir insanlık dramı yaşanıyor hem de çözüm süreci burada bir gelişme olmaması nedeniyle olumsuz etkileniyor. Durum nedir, devreye girecek bir çalışmanız var mı?

Hasta tutuklu hükümlülerle ilgili durum hakikaten hepimizi vicdanları rahatsız eden bir konu. Biz 6411 sayılı bir kanun çıkardık. Kişi tek başına ceza infaz kurumunda hayatını idame ettirecek durumu yoksa ve toplum güvenliği bakımından bir tehdit unsuru taşımıyorsa bunlarla ilgili tutukluysa tutuklunun hükümlüyse hükümlünün şartlı tahliyesine imkân veren bir düzenleme yaptık. Şimdi bugüne kadar 963 kişi talepte bulunmuş. Bunların 257’sinin işlemi devam ediyor. 706 kişiyle ilgili ret kararı verilmiş, sağlık raporu verilmediği için. Şu ana kadar tehir kararı verilen kişi sayısı 187. Şu ana kadar rapor almış, adli hükümlü sayısı 154, tutuklu sayısı 19. Terörden hükümlü sayısı 11, tutuklu sayısı 3. 187 kişi yani şu ana dek bundan istifade etmiş. TMK’dan tutuklu olan ve rapor alanlardan şu ana kadar 6 kişi ret kararı çıkmış, toplum güvenliği bakımından, tehlikeli görüldüğü gerekçesiyle. Yasada böyle bir hüküm var çünkü.

Buna kim karar veriyor, Adalet Bakanlığı mı?

Yok. Hakim ve savcılar bunu soruşturuyor, tutuklular için mahkeme, hükümlüler için infaz kurumu bir araştırma yapıyor. Ama bizim bununla ilgili şimdi bir çalışmamız var, uygulamadaki aksaklıkları ortadan kaldırmak için. Bunu düzeltecek yasal bir çalışma yapıyoruz. Özellikle toplum güvenliği açısından tehlikeli olma şartıyla alakalı bir formülle bunu aşacağız. Raporu olanların bundan istifadesini sağlayacak bir düzenleme yapacağız.

Ne zaman çıkar?

Seçimden sonra. Şu anda bir takım formüller üzerine çalışıyoruz. Onların durumunu iyileştirecek bir adım atacağız. Bazı gerekçeler var çünkü kişinin kendiyle ilgili değil de diyelim ki ailesiyle ilgili. Ama bu durum kişinin cezasının içerde devamına sebep oluyor ki bu suç ve cezanın şahsiliği ilkesine ters. O nedenle rapor alan kişilerin tamamının istifade etmesini sağlayacak bir düzenlemeye çalışıyoruz. Seçimden sonra bu konuda bir adım atacağız.

SORUŞTURMAYI ÖRTÜN DEMEDİM

17 Aralık’ta başlayan soruşturmalar üzerinde siyasi iktidarın engellemeye yönelik müdahaleleri olduğu iddiası hiç bitmiyor. Hatta bizzat ve müsteşarınız aracılığıyla müdahalenizden de bahsediliyor. Meclis’te de konu gündeme geldi ama gazeteci olarak sormadan edemem. Böyle bir kaygıyla hareket ettiniz ve soruşturmaya müdahale ettiniz mi?

Bu konuyu defalarca açıkladım. Bir soruşturma yürütülüyor ve soruşturma gizlidir. Ancak soruşturmaya ilişkin bilgileri televizyonlarda canlı izliyoruz. Bunu kabul etmek mümkün değil. Ben başsavcıyı aradım ve “soruşturma gizli olmalı, soruşturma evraklarının bilgilerinin televizyonlarda yayınlanması doğru değil, gizlilik konusunda özenli olun” dedim. “Soruşturmayı, örtün, kapatın veya yapmayın” demedim, söylemem mümkün de değil. Böyle bir şey söylediğimi iddia edenin ispatlaması lazım. İspat yok. Peki, ortada ne var, sadece başsavcıyı aradığıma ilişkin bir tutanak. Ben bunu inkar etmiyorum ki. Bu tutanağı ortaya koyanlar, konuşmayı da kayıt altına almış olabilirler. Neden onu da açıklamıyorlar? Tekrarlamak istiyorum, soruşturmanın kapatılması konusunda savcılara talimat verdiğim iddia edenlerin bunu ispat etmesi lazım.